Yunuslarla yüzdüm, çok mutluydum ama sonra…

Az sonra okuyacaklarınız tamamıyla gerçeklerden ibaret olup arkadaş ortamlarında zaman zaman kullandığım abartı sanatından hiçbir şekilde nasibini almamıştır.

Yazı: Bakış Kutlu, 31 Ekim 2013*

Aslında bu hikâyeyi yazmakta geç bile kaldım, zira dünyanın pek çok “ileri” ülkesinde yunus ve balinalar üzerinden yapılan zevk ticareti, aklı başında ve duyarlı insanların tepkileri sayesinde son birkaç senedir yasaklanmış durumda. Ülkemizdeyse ne yazık ki bu tür yerlerin sayısı giderek artıyor. 

Böyle bir hevesi olan, “ah keşke bir yunusla yüzsem, bir balinayla dalgalardan atlasam” nevi hayallere kapılan sevgili arkadaşlarıma seslenmek isterim: Yapmayın. Talep olmazsa arz da olmaz. Arz olmazsa bu hayvanlar anlatmak üzere olduğum rezilliği yaşamak zorunda kalmaz.

Brandaların ardındaki sahte mutluluk 

Sene 2006. Antalya’da genel olarak “su dünyası” falan gibi isimlerle anılan şu meşhur “kaydıraktan kayalım, aşırı eğlenelim; kamikazeye binelim, çogaşırı gülelim” mekânlarından birindeyiz. Nitekim aynen böyle yapıyoruz. İniyoruz çıkıyoruz falan, ayy tepelerden aşağılara bi el sallamalar, yok efendim aşağı kayarken çeşitli pozisyonlar denemeler, bir gülmece bir eğlenmece. Bir ara gaza geldim, en yüksek kaydıraklardan birine çıktım. Önümde sıra bekleyen ve sahip olduğumu sandığım karizmayı tehlikeye atan 6 ila 10 yaşlarında bir grup çocuğu görmezden gelmek için kafamı sağ tarafa çevirdim, etrafı keser gibi yapıyorum. Gözlerim kısılı falan böyle. Sanki iki dakika sonra tepetaklak kaydıraktan atlayacak ben değilim, bir havalar…

O sırada gözüm ilerideki brandalara takıldı. Yeşil böyle, bayağı büyük bir yeri çevrelediği belli, yüksek yüksek brandalar… Birinde de hafiften bir yırtık var. Bir anda merak ediverdim, ardında ne olduğunu. Ya da belki korktum kaymaktan da, bahane aradım, bilmiyorum. Velhasıl oraya yürüyüp gözümü deliğe dayadım ve anında ağlamaya başladım.

İçeride iki tane beyaz balina, su havuzundalar, insanlar zıplamalarını, koca kuyruklarıyla herkesi ıslatmalarını neşeyle seyrediyor, alkışlıyor, herkes çok mutlu görünüyor. Balina ve yunuslara olan aşırı ilgimi bilen bilir. İçeride olmak istedim. Çok istedim.

Bir yunusla yüzmek?  

Hemen bilet alındı, girdik içeri. Sonra yunusları gördüm. İki tane. Neler yapıyorlar görseniz. Yüzlerinde de hep bir gülümseme… İnsanoğluyuz işte, şekilci olduğumuz için şekle kanıyoruz, gerçekten güldükleri yanılsamasına kapılıyoruz.

Velhasıl zaten geç girmiş olduğumuz gösteri bitti, sıra yunuslarla yüzmek isteyenlere geldi. Bunu duyunca dünyalar benim oldu! Bir yunusla yüzmek? Tabi ki yapacaktım! Herkes sırasını savdı, sıra bana geldi. Son sıradaydım zaten. Hayatımın en ilginç ve güzel dakikaları sıralaması olsa, bu zaman diliminin üst sıralarda yeri olur.

Yunuslar köpekcikler gibiydiler, sırtlarını dönüyor ve sizin karınlarını sevmenize izin veriyorlardı. Sonra siz onların sırtındaki “dorsal fin” denilen büyük kanada tutunuyordunuz ve uçarcasına döndürüyorlardı sizi havuzda. Çok eğlenceliydi, çok güzeldi, çok duygusal anlardı. Çıktığımda tabi ki ağlıyordum, bu deniz memelilerine olan aşkım yüzünden.

İçeriye girmek kesinlikle yasaktır!  

Aradan yirmi dakika kadar geçti ki, a-aaa! Yunuslarla yüzmek için havuz idaresine bırakmak zorunda olduğum kolye ve yüzüğümü almadan çıkmış olduğumu fark ettim. Koşarak geri döndüm.

Havuz bomboştu ve karanlıktı. Az önceki eğlenceden, neşeden eser yoktu. Tabi koca arkadaşlarımdan da.

İleride bir görevli gördüm, ona unuttuklarımı nasıl alabileceğimi sordum, bana havuzun ilerisindeki büfeye benzer kapalı yeri gösterdi. Eşyalarımı buldum, tam çıkıyordum ki… Havuzun hemen yanında, küçük bir kapı gördüm. Üzerinde büyük harflerle “İÇERİYE GİRMEK KESİNLİKLE YASAKTIR” yazıyor. Etrafta kimse yok ve karşınızda böyle bir kapı var. Ne yaparsınız? Elbette sinsice içeri girdim. O gün gördüğüm manzara hala bütün canlılığıyla gözümün önündedir.

Manzara içler acısı, insanlık dışı… 

Küçücük bir odacık. Odacığın içinde, iki kişilik bir yatağın iki katından fazla olmayan bir havuz. Kirli, bulanık.

Havuzun bir tarafında iki koca yunus. Kıpırdayacak yerleri olmadığından öylece duruyorlar. Evet, duran yunuslardan söz ediyorum. Köpek gibi, kedi gibi, insan gibi duruyorlar; kıpırtısız çünkü kıpırdayacak yerleri yok.

Diğer taraftaysa yine öylece sabit duran iki beyaz balina. Balina dediysem, yavru oldukları besbelli, çünkü bir balina kadar değil de büyük, yetişkin yunuslar kadarlar ancak boyut olarak. Manzara içler acısı. Manzara insanlık dışı. Bu manzara karşısında gözyaşlarına boğuluyorum. Havuzun kenarına çöküp hüngür hüngür ağlıyorum. İçim acıyor.

O sırada balinalardan biri, tıpkı bir köpek gibi, vücudunun yarısına kadar havuzdan çıkıyor. Tepesinden bana su fışkırtıyor. Tekrar havuza düşüyor, çıkıyor ve bana su fışkırtıyor. İyice yanına sokuluyorum. Başını okşuyorum, onunla konuşuyorum, ben ah, ben çok ağlıyorum.

O şekilde kaç dakika geçti bilmiyorum. Sonunda elinde viledayla yerleri süpüren bir temizlik görevlisi girdi, içeri. Pat diye. Ve bana çok kızdı. Ama nasıl ağladığımı görünce, şaşkınlığı kızgınlığını bastırdı. Sorularıma cevap vermedi. Bir an önce çıkmam gerekiyormuş. Bense artık havuzun kenarına yatmış vaziyetteydim, ve “biraz daha, biraz daha kalayım çıkacağım” deyip duruyordum. Keşke balinaya hiç dokunmasaymışsınız dedi, en sonunda. Meğer balinalara bildiklerini yunuslar öğretirmiş, balinalar insanlarla en ufak bir temasa girmezmiş. Yunuslar insandan öğrenir, balinalar yunusları taklit edermiş. Bir balina bir insanla temas edip onunla böyle bir bağ kurarsa, artık kendisine söylenen hiçbir şeyi yapmaz, bizim dilimizle depresyona girer ve kullanılmaz olurmuş…

Sözün kısası, bu hayvanlar gösteri havuzunda geçirdikleri yarım saatlik zaman diliminin dışındaki vakitlerde işte bu küçük, daracık, kafesten farksız havuzlarda duruyorlar. Böyle, anlattığım gibi.

Kimse gitmezse bu tesisler kapanır  

Bazı paralı ve şımarık çocuklar, benim gibi aklına düşeni hemen o an gerçekleştirmek isteyen düşüncesizler onlardan zevk, bazı ailelerse onlardan şifa umuyor. Sorun şu ki, umduklarımız gerçekleşse bile, onlara çektirdiklerimize değmiyor.

Ben o balinanın gözlerine baktım, burun buruna durdum onunla, hem de dakikalarca… Ve biliyorum ki onlar da acıyı, sevinci, hüznü ve üzüntüyü en az bizim kadar hissediyorlar.

Ben bunu yaptığım için pişman değilim. O sırada bu koşulları bilmiyor, dahası düşünmüyordum bile. Ama öğrenmeme vesile oldular.

Sorun, bunu bile bile yapmaya devam edenlerde, devam etmekte… Bir kereden bir şey olmaz demekte. Amaaan, bir ben mi kaldım yunusları kurtaracak diye düşünmekte…

Sorun çokluğun teklikten doğduğunu inkar etmekte. Böyle yerler kapanır, eğer kimse gitmezse ve yeterli tepki verilirse.


* Web sitemizin iletişim formuna yazarak duygularını tüm samimiyetiyle bizimle paylaşan ve yazısını yayınlamamıza izin veren Bakış Kutlu, o gün çektirdiği fotoğrafları da ufak bir notla gönderdi: “Bunları utanarak gönderiyorum, zira yüzümdeki mutluluk tam anlamıyla bilgisizlikten kaynaklanıyor. Bu fotoğrafların çekilişinden yaklaşık yarım saat sonra ise anlattıklarım yaşandı.”