Gülümseyen tehlike: Yunusla “tedavi”

Yunusla tedavi, yunusla terapi veya özel çocuklarla yüzme adı altında pazarlanan ticari faaliyetlerin tehlikeleri, uzman görüşleri, bilimsel veriler

Bilimsel dayanağı olmayan “yunusla terapi” kalıcı iyileşme sağlamadığı gibi büyük paralara maloluyor. Tabii bir de “gülümseyen” yunusların hayatına.

Yazı: Gökhan Tan, Habervesaire.com, 25 Nisan 2008

Karizmatik bir hayvan yunus. Güçlü, dinamik ve “gülümseyen” yüzüyle içimizdeki iyiye hitap eden, sevimli bir memeli.

Türkiye’de, özellikle orta yaş civarındaki insanların hafızasındaki en belirgin yunus imgesi, TRT’nin ilk dizilerinden, kendi ismiyle anılan serinin yıldızı Flipper’dır. (Şişe burunlu yunus ya da afalina olarak anılan bu türün bilimsel ismi Tursiops truncatus.) Olağanüstü yeteneklere sahip Flipper, iyilerin dostu, kötülerin düşmanıdır! Milli park görevlisi Porter Ricks’e kuralları uygulamada yardım eder, oğulları Sandy ve Bud’e göz kulak olur, insanın yapamadığı pek çok şeyi olur kılar.

Gerçekte Flipper’lar birden fazladır. Beş dişi yunus, dönüşümlü olarak Flipper olmaktadır. Ama bu beş dişi de, Flipper’ın ünlü “kuyruk üstünde yürüyüş”ünü beceremediği için, sadece o sahnelerde altıncısı devreye girmektedir. Tüm yunusların dişi olmasının ise farklı sebebi vardır. Çünkü dişiler insana karşı, erkek yunuslar kadar saldırgan değildir. Ayrıca derilerinde, erkek bireylerde bulunan “çizik çarıklar” yoktur.

“Flipper” intihar etti

İşte dönüşümlü olarak Flipper olan altı yunusu eğiten (ve dizinin belki de gerçek kahramanı olan) Richard O’Barry, esaretin neden olduğu stres nedeniyle depresyona giren bir “Flipper”ın kollarında can verdiğini söylüyor. Bu, ölümden çok ihtihar. Çünkü doğal yaşantısının dışına taşınan yunuslar, avlanamadıkları, üreyemedikleri, yabandaki diğer yunuslarla sosyalleşemedikleri için, nefes almayı kesebiliyorlar. Hayatlarından vazgeçiyorlar. Çocukluğumuzun yunus imgesinin yaratıcısı O’Barry, işte bu nedenle olsa gerek, 1970’lerden beri, vahşi yunusların yakalanmasına ve gösteri ve terapi amacıyla havuzlarda kullanılmasına karşı mücadele veriyor.

Gelgelelim, her geçen gün daha çok sayıda “Flipper”, gösterilerde ve psikolojik sorunu bulunan çocuk ve yetişkinlerin “tedavisi”nde kullanılmak için Türkiye’ye getiriliyor. Herhangi bir denetime tabi olmayan havuzlarda, insanlarla yüzmeye zorlanıyor.

Türkiye’de sayısı 10’a varan işletme, gösteri ve terapi amacıyla yunus “çalıştırıyor”. Bu işletmeler yaz aylarında daha aktif olduğu için medyanın ilgisi de yaz yaklaşırken artıyor. Gösteriler ve “yunusla terapi”ler, televizyon ve gazetelere güzel bir malzeme yaratıyor olmalı ki, halkı bu aktiviteler özendiren haberler birbirini izliyor.

Havuza düşen son gazete Taraf

Bu konuda en son örnek, Taraf gazetesinde, 22 Nisan 2008’de Fikret Karagöz imzasıyla yayımlandı. Haber şöyle başlıyordu:

“Antalya Ruhbilim Okulu’nda çeşitli sorunlar yaşayan çocukların tedavisi için yunuslar kullanılıyor. “Yunus Terapi” yöntemi, Otizm ve Down Sendromu’ndan ender rastlanan Tay-Sachs hastalığı ve Crouzon Sendromu’na kadar birçok hastalığın da tedavisinde kullanılıyor. Avrupa’dan her yıl yüzlerce çocuk, Ruhbilim Okulu’na tedavi olmak için Antalya’ya geliyor.

“Altı yıldır hizmet veren Ruhbilim Okulu, bilimsel tedavinin yanı sıra, özellikle psikolojik sorunlar yaşayan çocukları iyileştirmek için ‘Yunus Tedavisi’ adlı tedavi yöntemi kullanılıyor. Özellikle Türkiye’de, çeşitli sorunlar yaşayan çocuklara yönelik ‘Yunuslu Tedavi’ yönteminin birçok çocukta başarılı olduğu ortaya çıktı.”

Ne hikmetse, bilimadamları ve araştırmacılar bu haberde yazılanlara katılmıyor.

“Kesinlikle yapılmaması gerekir”

Dünyanın yunus ve balina araştırmaları konusunda en aktif kurumu olan Whale and Dolphin Conservation Society (Balina ve Yunus Koruma Vakfı –WDCS ), Kasım 2007’de yayınladığı kapsamlı raporda, yunusla terapiyi “kesinlikle yapılmaması gereken bir etkinlik” diye niteliyor.

WDCS raporunda imzası olan bilimadamı ve araştırmacıların temel gerekçesi, yararlı gibi sunulan bu aktivitenin, tam tersine, hem insan hem de yunus için zararlı olabileceği. Çünkü bu etkinlikte “son derece kırılgan ve dışarıdan gelebilecek uyarılara karşı tepkisi önceden kestirilemeyen iki grup karşı karşıya getiriliyor”. Psikolojik ya da fiziksel rahatsızlığı olan çocuk ve yetişkinlerin, esaret ve insan müdahalesinden rahatsız yunuslarla bir araya gelmesi, her iki taraf için de risk oluşturuyor.

Yunusların kullanıldığı havuz terapileri ve eğlence aktivitilerinde birçok insan, birlikte yüzdüğü yunusun saldırısına uğradı. “Eğitimli” olmasına rağmen, vahşi karakterini asla tümüyle yitirmeyen yunuslar, insandan çok daha güçlü olduğu su ortamında kırıktan akciğer delinmesine kadar pek çok yaralanmaya neden oldu.

Sualtı Araştırmaları Derneği Deniz Memelileri Araştırma Grubu (SAD-DEMAG) sözcüsü, Biyolog Özgür Keşaplı Didrickson, yunus “çalıştıran” işletmeler üzerindeki denetim eksikliğinin, yaralanma olaylarının kamuoyuna yansımaması konusunda da etkili olduğunu düşünüyor: “Kaburgası kırılan bir müşteriyi duyabilecek miyiz? Hiçbir şeyin kaydı yok. Kaç kişi yaralandı, o işletme kaç yunus aldı ve ne kadarı öldü? Yunusların günde kaç saat çalıştırıldığı bile belli değil. Doğal ortamının dışında zaten gergin durumdaki yunuslar, yüzmek istemeyince saldırganlaşıyor.”

Didrickson, terapi ve gösteri havuzlarında yunusla yüzdürülen “müşterilerin” bu riskler konusunda bilgilendirilmediğini gözlemlemiş. Bu durumu, kâr etme amacının, insan ve yunus sağlığından daha çok önemsenmesine bağlıyor.

“Bilimsel dayanağı yok”

Yunusla terapi hizmeti sunan işletmeler, bu yöntemin bedensel ve psikolojik pek çok hastalığın tedavisinde kullanıldığını iddia ediyor. WDCS, bu konuda da insanların kandırıldığı görüşünde. Kurum, yapılan olağanüstü tanıtıma rağmen bu yöntemin hiçbir bilimsel dayanağının olmadığını belirtiyor.

ABD’deki Emory Üniversitesi’nden “davranış biyolojisi” konusunda uzman iki psikoloğun, Lori Marino ve Scott Lilienfeld’in 2007’de yayınladığı makale WDCS’nin endişesini doğruluyor:

“Hastalara bir çare gibi gösterilmesine rağmen yunusla terapi, psikolojik hastalıkların temel belirtilerine karşı ‘sıfır’ başarıya sahiptir.” İkili, yunusla terapinin başarısını ortaya koyan ampirik (deneyerek tecrübe edilen) hiçbir bilimsel veri olmadığının altını çiziyor.

Araştırmalara göre hastaların yunusla yüzmesinin, evde beslenebilen kedi köpek gibi hayvanlara yakın olmaktan bir farkı yok. Üstelik evcil hayvanlarla iletişim içinde olmak, hastalar için daha güvenli ve masrafsız.

“Sağlık Bakanlığı’nın da önlem alması lazım”

Ankara Üniversitesi Çocuk ve Ergen Ruh Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Efser Kerimoğlu, hayvan dostluğunun çocuk için önemli olduğunu ve dış dünyaya yönelik “uyaran” etkisi yaratabileceği için hayvanlarla iletişime geçmelerini önerdiklerini söylüyor. “Örneğin köpek sahibi bir çocuk özgüven kazanır. Ama bir tedavi yöntemi değildir; çocuğa olumlu duygular yaşattığı için önerilir.”

Efser Kerimoğlu, bir çocuğun havuz içinde yunusla oynamasının da bu çerçevede görülmesi gerektiğini, büyük bir katkı beklenmemesini belirtiyor. Kerimoğlu, yunusla terapinin Otizm gibi hastalıkların tedavisinde kullanıldığı iddiası için de, “Otizmi tedavi ediyorlarsa, tıp tarihinin en önemli başarılarından birine imza atılıyor demektir. Bu o kadar kolay olmamalı.”.

Biyolog Özgür Keşaplı Didrickson, bilimsel dayanağı bulunmayan bir yöntemin kesin çözüm gibi sunulmasını ise çaresiz insanların sömürülmesi olarak yorumluyor. Didrickson’a göre bu yanlış yönlendirme karşısında, Sağlık Bakanlığı’nın da devreye girip, hastaları korumak için önlem alması gerekiyor. Ona göre yunusla terapinin yaygınlaşmasının nedeni, hastalara çare olması değil, büyük kâr sağlayan bir sektör haline gelmesi.

WDCS raporunda bildirilen sayılara göre, yunusla terapi merkezleri bir hastadan haftada 3200 ile 4000 dolar kazanıyor.

“Yine bekleriz”

Taraf gazetesinin haberini yaptığı Antalya Ruhbilim Okulu’nda, hastaların yunusla yüzdürüldüğü bir “seans”ın bedeli 400 Avro. Okul, günde yarım saatlik yunusla yüzme “terapisi”nin de yer aldığı 10 günlük bir program için 3500 Avro talep ediyor.

Müşteri gibi aradığımız merkezde telefona çıkan yetkili, 10 günlük bir program sonrasında hastanın farkındalığının 10 misline kadar arttığını ve bu durumun bir yıl boyunca devam ettiğini söyledi. Bir yıl sonra tekrar gelinmesi durumunda hastada aynı ilerleme tekrar sağlanıyormuş.

Özgür Keşaplı Didrickson, konu özürlü çocuklar olunca akan suların durduğunu belirtiyor: “Ay çocuk yunus görsün, suya girsin, fena mı?” diye düşünenlerin, sadece ticari bir etkinliğe alet oldukları için değil, bu tür havuzlara giderek hem çocukların hem de yunusların hayatının tehlikeye atılmasına vesile oldukları için uyarılması gerektiğini söylüyor:

“Dışardan bakınca masum gözüküyor. Oysa tutsaklığın tescillenmesinden başka bir şey değil. Maskesinin düşmesi gerekiyor.”

İnsan, yunus karşısında ne kadar güvende?

Yunus, vahşi ve eğitimli olsa bile davranışları önceden kestirilemeyen bir memeli.
“İnsan dostu” bir hayvan olduğuna dair yaygın kanıya rağmen, esaret altında olmanın yüklediği stres, onu saldırgan davranışlara yöneltebiliyor. Büyük ve çok güçlü bir memeli olan yunusla aynı suda bulunmak, insan sağlığı ve güvenliği açısından risk oluşturuyor.

Gösteri ve terapi havuzlarında insanla birlikte yüzmeye zorlanan yunuslar, ısırarak, burun ya da kuyrukla vurarak yaralayabiliyor. Uzmanlar, yunusların daha büyük zararlar verebileceğinin altını çiziyor. Örneğin, tutsak yunuslar üzerine araştırma yapan Dr. Naomi Rose, 2003’te, kendisine aynı anda saldıran iki yunus tarafından havasız bırakıldı ve ölüm tehlikesi yaşadı.

Yunus, taşıdığı hastalığı insana da bulaştırabiliyor. Gösteri merkezlerindeki yunusların sağlık durumlarının sürekli kontrol edildiği var sayılsa da, bunun için yasal bir yaptırım olmaması ve pek çok merkezin, yunuslar konusunda uzman veteriner çalıştırmaması, hastalık bulaştırma olasılığın da düşük olmadığı gerçeğini yaratıyor.

Yaralanmalar

Gösteri ve terapi merkezleri gerçek bir denetime tabi olmadığı için, her yıl ne kadar insanın tatsız tecrübeler yaşadığı kesin olarak bilinmiyor. Bu konuda çalışan akademisyenlerin makalelerinde yer alan birkaç örnek şöyle:

2006 yılında Küba’daki bir yunus gösteri havuzundaki bir yunus, birlikte yüzdüğü kadının kaburgalarını kırdı ve akciğerinin delinmesine neden oldu. 2003’te bir Japon gazetesi, Taiji kentinde “yunuslarla yüzme etkinliği” sunan bir otelin havuzunda, yunusun darbesiyle kaburgaları ve sırt kemikleri kırılan bir kadını haber yaptı. 2000’de Bermuda’da bir deniz parkında 11 yaşındaki çocuk, oynadığı beyaz balina tarafından ısırıldı ve hastaneye kaldırıldı. Yine Bermuda’da da 1999 yılında en az iki insanın, esaret altındaki yunuslarla yüzerken saldırıya uğradığı ve acil servis müdahalesine ihtiyaç duyduğu bildirildi.

Esaret, yunusları nasıl etkiliyor?

İnsanları tedavi etme iddiasıyla yunusları havuzlara hapseden işletmelerin, onların iyiliğini çalışan müesseseler olmadığı bir gerçek. Her ne kadar yunuslara yakın olmak, onları izlemek insanları mutlu etse de yunuslar, neden oldukları bu “mutluluğun” faturasını çoğu zaman hayatlarıyla ödüyor.

Yunuslar, son derece acımasız yöntemlerle avlanıyor. Doğal ortamından ve çok güçlü sosyal bağlarının olduğu ailelerinden çalınan bu hayvanların çoğu av sırasında, travma geçirdiği için ölüyor. Beğenilmeyip geri bırakılanların da çoğu, şok yüzünden boğularak ya da ciğerlerine su dolması yüzünden ölüyor. Yakalanabilen yunusların iç organları, uzun süre su dışında kaldıkları ve ısındıkları için zarar görebiliyor. Yakalanma ve taşınma sürecinde yaşadıkları stres de onları ölüme götürebiliyor. Bir şekilde havuza ulaşmayı başaranların ise yüzde 53’ü, 90 gün içinde zatürree, ülser, bağırsak hastalıkları, klor zehirlenmesi gibi nedenlerle yaşayamıyor.

Esaret yunusu doğal yaşam tarzından koparıyor: Avlanamıyor, üreyemiyor, sosyalleşemiyor ve istediği zaman dinlenemiyor. Stres yüklü bu hayat, onun hayatını kısaltan en önemli etken.

Tutsak bir yunusun öğrenmek zorunda kaldığı ilk şey ölü balık yemek. Buna uzun süre direniyor, ilk ölü balıkları kusuyorlar. Hayatta kalabilmek için o ölü balıklara ve “çalıştırılma” biçimlerine uyum sağlamak zorunda kalıyorlar.

Yunus sese son derece duyarlı. Çevresine yüksek frekansta sesler yayarak (ekolokasyon) metrelerce uzaktaki cisimlerin büyüklüğünü, şeklini, hızını, yerini tespit edebiliyor. Havuzda bu özelliğini kullanamadığı gibi, su ve soğutma pompalarının sesini dinlemek durumunda bırakılıyor. Haraketli, hızlı ve uzun mesafe yüzmeyi seven yunusun, havuzda bu karakterini koruması da imkansız. Doğadaki zamanının beşte birden azını su yüzeyinde geçirmeye alışmışken, havuzun sığ suyuna mahkum oluyor. Güneş ışınları ve sıcaktan etkileniyor.

Yunusların yakalanma ve havuza taşınma sürecinde başlayan stresi, esaret altında daha da artıyor. Bu gerilim ve bozuk psikoloji insana olduğu kadar, birbirlerine ve hatta kendilerine de zarar vermelerine yol açabiliyor. Türkiye’deki gösteri ve terapi ve merkezlerinde de tanık olabileceğiniz, vücutlarında muhtelif çizik ve yara bulunan yunuslar, çoğu kez bu travma nedeniyle birbirlerine zarar veren hayvanlar.

Havuzları denetleyen bir mekanizma bulunmaması, yunusların yaşam kalitesini de doğrudan etkiliyor. Örneğin Antalya’daki DolphinLand gösteri merkezinin, şişe burunlu yunuslar ile bir beyaz balinayı, aynı ve oldukça dar bir havuzda yüzdürmesi, hayvanların birbiriyle etkileşimini ve çatışma olasılığını doğal sınırların çok üzerine çıkarıyor.

“Hem insanın, hem de yunusun sömürülmesi”

Yunusla terapi konusunda dünyanın öncü bilim adamlarından, New York Üniversitesi Öğretim Üyesi Betsy Smith’e göre “Yunusla yapılan terapi programlarının temelinde, hassas ve savunmasız insan ve yunusların sömürülmesi yatıyor”. Smith, bu türde terapileri “aldatıcı” görüyor. Çünkü “Yunuslar hakkında hiçbir şey bilmeyen kimi terapistler sertifika sahibi olabiliyor ve gerçekte yunus kullanmasını gerektirmeyen “tedavi” programları için inanılmaz paralar talep ediyor.”