Yazı: Öykü Yağcı, Sivil Sayfalar, 10 Nisan 2020
Geçtiğimiz haftalarda The Guardian gazetesinde Laura Spinney imzasıyla yayımlanan bir makale[1], salgın sürecinde karşılaştığım pek çok yazı gibi COVİD-19 pandemisinde endüstriyel hayvancılığın rolünü sorguluyordu. Kuş gribinden domuz gribine kadar hayvansal ürünlerin üretim biçimine dair tarihsel ve güncel bir perspektif sunan makale, aradaki bağlantıyı net bir şekilde ortaya koyan çok önemli bilimsel çalışmalar da paylaşıyordu.
Kuş ve domuz gribiyle ilgili olarak makaledeki bazı çarpıcı bölümlere bu yazımda yer verirken, aynı zamanda Koç Üniversitesi Hastanesi Göğüs Cerrahisi biriminde görev yapan Opr. Dr. Suat Erus’a da, hayvancılığın salgınlar gibi insan sağlığı açısından doğrudan ve dolaylı yıkıcı sonuçlarını soruyorum. Ayrıca Vegan Sağlık Profesyonelleri Twitter hesabı ve YouTube kanalı aracılığıyla “beslenmeyle ilgili çarpıtılmamış bilimsel verileri sunmayı amaçlayan” bir hekim olarak görüşünü ve değerlendirmelerini merak ediyorum.
Elbette bilim insanlarına göre hayvancılık, her yıl yaklaşık 2,7 milyon insanın ölümüne yol açan zoonozların[2] tek sorumlusu değil. Türkiye’de de artış gösteren ve yetkili kurumlarca göz yumulan avcılık, doğal yaşam alanlarının yok edilmesi, pet shoplar, akvaryumlar, yunus parkları, hayvanat bahçeleri ve kürk çiftliklerini beslemeye yönelik yaban hayat ticareti ve kaçakçılığı, hobi olarak yaban hayvanı beslemek ve canlı hayvan ticareti gibi pek çok vahim uygulama, türlerin yeryüzünden silinip gitmesine neden olduğu gibi, bu salgınlara ve bulaşıcı hastalıklara da zemin hazırlıyor[3] [4] [5]. Bunun nasıl olduğunu satır aralarında göreceğiz.
Her şeyden önce besinlerin üretildiği yerler ve modern endüstriyel tarım sistemleri ile hayvandan insana geçen hastalıklar (zoonoz) arasında nasıl bir bağlantı var? Özellikle neden hayvancılık endüstrisi, hayvansal ürünler ve bunların üretim biçimleri üzerinde duruluyor?
Suat Erus: “Dünyada bir denge var, bu denge bilebildiğimiz kadarıyla milyonlarca canlı türüne milyonlarca yıldır ev sahipliği yapıyor. Kimi canlı türleri bazı nedenlerle yok oluyor, bazıları ortam şartlarına adapte oluyor ve neslini sürdürüyor; böylelikle denge korunmuş oluyor. Bazı canlılar binlerce ihtimal gerçekleştikten sonra insan türü için bir tehdit oluşturabiliyor. Bunun oluşma ihtimali normal şartlarda çok düşük. Ama bunu bir piyango gibi düşünürseniz, bilet aldıkça size çıkma ihtimali artar. Bu, amorti de olabilir (Mevsimsel Grip), büyük ikramiye de olabilir (Veba, İspanyol Gribi, Covid-19).
Hayvandan hayvana, hayvandan insana, insandan insana veya üçlü yollar kullanan birçok mikroorganizma var. Hayvanlarla bu kadar çok içli dışlı olmamızın bedeli de bu zoonozlar. Canlı veya yakın zamanda ölmüş hayvanları o kadar çok kullanıyoruz ki, vücutlarında onları hasta etmese de bizi hasta etme potansiyeli yüksek mikroorganizmalar taşıyorlarsa, onlara maruz kalma riskimiz artıyor. Bunu sadece ölümcül bir grip salgını olunca hatırlıyoruz belki ama ülkemizin birçok yerinde çoğunlukla inek sütünden bulaşan Brusella hastalığı çok sık görülüyor. Kuduz, tularemi, şarbon gibi örnekler de sayılabilir.
İnsanı hasta eden tüm hastalıklar hayvan kaynaklı değil, ama hayvancılığın dünyada bu kadar yapılması ve doğasında olması gereken hayvanlarla bu kadar yakın yaşıyor olmamız hastalanma ihtimalimizi artırıyor.”
Tavukçuluk, kuş gribi ve direnç kaybı
Nitekim The Guardian makalesindeki kritik örneklerden biri de, dünya çapında salgına dönüşme potansiyeli bir hayli yüksek olan ve son 500 yıl içinde 15 farklı pandemiye neden olan grip ve hayvancılık arasındaki ilişki…
Belçika’daki Libre de Bruxelles Üniversitesi’nde görev yapan ve bulaşıcı hastalıkların coğrafi dağılımları üzerinde uzmanlaşan epidemiyolog Marius Gilbert, “Kritik düzeyde hastalığa yol açan kuş gribi virüsleriyle yoğun tavuk üretim sistemlerinin doğrudan ve net bir bağlantısı var,” diyor. Bunun pek çok nedeni var.
Wallace’ın 2016 tarihli kitabı Big Farms Make Big Flu’da da aktardığı gibi, tavuklar, hindiler ve diğer kümes hayvanları üretim fabrikalarına tıka basa yerleştiriliyor. Ayrıca aynı fabrikadaki kuşlar birbirinin klonu gibi yakın genetik özellikler gösterme eğiliminde oluyor. Bu hayvanlar on yıllardır, yağsız et gibi aranılan özelliklere göre seçilip üretilmiş olan kuşlardan oluşuyor. Bir virüs böyle bir sürüye girdiğinde, daha fazla yayılmasını engelleyebilecek genetik çeşitlilik gibi bir dirençle hiçbir şekilde karşılaşmadan hızla ilerleyecektir. Hem deneysel uygulamalar hem de gerçek dünyadaki gözlemler bu durumda virüsün öldürücülüğünü artırabildiğini gösteriyor. Virüsün insana geçmesi halinde ise potansiyel olarak başımız derde giriyor.
* * *
Belirli bir kesim, ABD Başkanı Donald Trump’ın siyaseten yaptığı gibi bu salgınla ilgili olarak Çin’i, Çinlilerin yemek kültürünü ve batıl inançlarını yerden yere vuruyor. Oysa hayvanlardan insanlara geçerek salgınlara neden olan MERS virüsünün ilk kez Suudi Arabistan’da, ebolanın Batı Afrika’da, domuz gribinin Meksika’da görüldüğünü ve kuş gribinin geçmişinin de İtalya’ya kadar uzandığını biliyoruz. Yerel ve küresel düzeyde salgınlara neden olan bu virüsleri göz önünde bulundurduğumuzda, bir ülkeyi hedef göstermek ne kadar doğru? Sorun olarak görülen bu beslenme veya inanç sistemi yalnızca Çin’e mi özgü?
Suat Erus: “Her coğrafyanın kimi zaman kültürleriyle iç içe olan beslenme alışkanlıkları doğal olarak birbirinden farklı. Bilginin bu kadar küreselleştiği bir zamanda doğduğumuz coğrafyayı kaderimiz olarak görmeyi biraz kadercilik gibi görüyorum. Hiç kimse, kültürü ve alışkanlığı yüzünden önlenebilir bir sebepten hayatını kaybetmemeli diye düşünüyorum.
Bugün dünya genelinin en önemli ölüm sebebi olan damar tıkanıklığına bağlı kalp krizi ve inme hastalığı tamamen yanlış alışkanlıklarımıza bağlı olmasına rağmen ‘kader’ gibi görülürken, herhangi bir coğrafyadaki yanlış beslenme alışkanlığını kimsenin eleştirmeye hakkı olduğunu da düşünmüyorum. Amerika, Çin ve Rusya gibi ülkelerin bu salgın yüzünden veya sayesinde neler yapacağı işin politik kısmı, o konuları da farklı gözlüklerle okumak gerekiyor.”
Fotoğraf: AFP Biosphoto / Jean Robert
“Parayı takip etmek yeterli”
Aslında sorun gerçekten de farklı gözlüklerle okunması gereken bir duruma işaret ediyor. Pandemiler politik, ekonomik, sosyolojik ve ekolojik yönleriyle dev aynasındaki insanın, gezegenin bir parçası olarak gerçek konumunu en acı haliyle yüzümüze vuruyor. Hatta yine insan eliyle inşa edilmiş ülke sınırlarını ve ayrımcılık unsurlarını ortadan kaldırarak aslında hepimizi ortak bir paydada buluşturuyor; hem “iş” hem “suç” ortaklığı açısından…
Örneğin gelişmiş Batı ülkeleri, büyük şirketler ve Goldman Sachs gibi yatırım bankaları, hayvancılık sektöründe ve salgın hastalıklara dair küresel krizde hangi noktada duruyor? Great Food Robberyadlı kitapta bahsi geçen dünya devi şirketler, gelişmekte olan veya gelişmemiş ülkelerdeki tarım ve hayvancılık faaliyetlerini nasıl kontrol altına alıyorlar?
Fotoğraf: Truth Dig
2018’de yayımlanan bilimsel bir makalede Gilbert ve ekibi geriye dönük olarak “dönüşüm vakaları” adını verdikleri verileri incelediler. Bu dönüşüm vakaları, hastalık yapma derecesi nispeten düşük olan bir kuş gribi suşunun daha tehlikeli hale geldiği vakaları kapsıyordu. Araştırma sonunda bu vakaların çoğunun, özellikle de gelişmiş ülkelerdeki endüstriyel tavukçuluk sistemlerinde ortaya çıktığını tespit ettiler. Araştırmacılar vakaların Avrupa, Avustralya ve ABD’deki sistemlerde Çin’dekinden çok daha fazla görüldüğünü ortaya koydular.
Ancak bu sonuç da Çin’i içinde bulunduğu zor durumdan kurtaramadı. Kuş gribinin hastalığa yol açma riski oldukça yüksek olan iki farklı formu, yani H5N1 ve H7N9 geçtiğimiz yıllarda yine Çin’de ortaya çıktı. (Henüz) çok kolay olmasa da her ikisi de insanlara bulaşıyor. H7N9’la enfekte olmuş insanlara dair vakalar ilk kez 2013’te rapor edildi ve bu tarihten sonra da her yıl küçük çaplı salgınlar görüldü. Fakat Gilbert’a göre, “Tavukların da bu virüs nedeniyle hastalandığı anlaşılana kadar salgınları engellemek için hiçbir şey yapılmadı. İşte o zaman bunun ekonomik bir sorun yaratabileceğini düşündüler ve o andan itibaren Çin H7N9 virüsüne karşı tüm kümes hayvanlarını aşılamaya başladı. Aşı da virüsün insanlara bulaşmasının önünü kesti.”
Çin dünyanın en büyük kümes hayvanı ihracatçılarından biri. Fakat bu endüstri tamamen Çinlilere ait değil. Örneğin 2008’deki ekonomik durgunluğun ardından New York merkezli yatırım bankası Goldman Sachs holdinglerini çeşitlendirdi ve Çin’deki kümes hayvancılığı çiftliklerine girdi. Dolayısıyla Çin salgın vakalarından sorumlu tutulacaksa, bundan tek başına sorumlu olmadığı bilinmelidir. Wallace tam da bu nedenle hastalığın çıkış noktalarını tanımlarken “mutlak coğrafyalar” yerine “ilişkisel coğrafyalar” üzerinde duruyor ve özetliyor: “Parayı takip etmek yeterli.”
* * *
Yine bazı kesimlerin virüsün kaynağı olduğu tahmin edilen yaban hayvanlarına karşı düşmanlığı körükleyen söylemlerine denk geliyoruz. Benzer bir şekilde Türkiye ve dünyadaki uzman kurumların açıklamalarına rağmen hala kedi ve köpeklerden, sokaktaki hayvanlardan Covid-19 bulaşacağını düşünenler var. Son yüzyılda karşılaştığımız ölümcül salgınların ve pandemilerin hayvan kökenli olması, fakat nedensellik açısından yeterli bilgi sahibi olunmaması bu hatalı algının sebeplerinden biri olabilir. Bir tıp doktoru olarak zoonozlara dair bu hatalı algıyı değiştirmek için ne söylemek istersiniz?
Suat Erus: “İnsanlar bilmediği şeylerden korkuyorlar. Biz Uzakdoğu’da yenen hayvanların büyük bir çoğunluğunu, değil tabağımızda, gündelik hayatımızda bile göremiyoruz. Kedi köpekle büyüyen Türk insanı, birçok ülkenin insanı gibi onları bir dost olarak görüyor, oysa onlardan bize zarar gelmiyor olmasının en önemli nedeni kontrollü şekilde hayatımızda olmaları. Yoksa, Covid-19 olmasa bile kedi köpekten bulaşan hastalıklar da var.
Aslında burada anlaşılması gereken; kedi, köpek, inek, tavuk veya balık gibi hiçbir hayvanın hayatımızda normal doğası dışında var olmaması gerekliliği. Bugün dünya üzerinde milyarlarca tavuk, milyarlarca inek, trilyonlarca deniz canlısı her gün insan eliyle doğurtulup öldürülüyor. Bunun yanında belki binlerce yarasa, yılan, çekirge vb. de bu sayılara ufak bir katkı yapıyor. Bu büyüklükte bir organizasyonda mutasyona uğramış bir virüsün sizi bulması hiç de düşük bir ihtimal değil, nitekim tarih de bunu doğruluyor zaten.”
Fotoğraf: We Animals Media
Grip ihraç edilebilir mi?
Dr. Erus’un bahsettiği bu dev organizasyonun büyüklüğünü anlamak ve tarihin nasıl tekerrür ettiğini görmek için yakın zamana göz atalım: Sadece 2017’de yaklaşık 2 milyar koyun, tavuk, domuz, sığır ve keçi, salgın hastalık endişelerine rağmen kamyonlar ve gemiler aracılığıyla[6] dünyanın dört bir yanına dağıtıldı. Türkiye de, Brezilya’dan ithal ettiği binlerce sığır ile akıl almaz boyutlardaki uluslararası canlı hayvan ticaretinin gündemine, NADA gemisindeki hayvanların içler acısı hali ve hayvanlarda tespit edilen şarbon hastalığıyla oturdu. Geçtiğimiz yıl kaybettiğimiz insan ve hayvan hakları savunucusu dostum, Hayvan Hakları İzleme Komitesi’nden (HAKİM) Burak Özgüner o zaman, 2011’den bu yana takip ettiği canlı hayvan taşımacılığı trajedisine dikkat çekmek için şöyle yazmıştı[7]: “Bu her şeye muktedir olma hâlinin, bizim dışımızdaki canlılara soykırım, yeryüzüne ise felaket olarak döndüğünü bir kez daha hatırlatmak isterim.”
2019’da kaleme aldığı bir diğer yazısında ise[8], aynı zulmün bu kez karada, 533 kamyonluk bir konvoyda, Türkiye-Bulgaristan sınırında tekrarlandığını aktarmış, canlı hayvan taşımacılığı ve ticaretinin yasaklanması için bir kez daha TBMM’ye seslenmişti: “EuroGroup For Animals’ın yayınladığı görüntülerde, Türkiye-Bulgaristan sınırında, kamyon kasasında bekletilen hayvanların, hissedilen sıcaklık olarak 45 santigrat derecelik bir sıcaklığa maruz bırakıldığı görülüyor. Hayvanlar Türkiye sınırında canlı canlı ‘pişiriliyor’!
Her yıl kendi dışkıları içinde, ezilme tehlikesiyle, sıcak ve havasızlıktan bunalmış şekilde, korkunç şartlarda ölüme doğru yol alan bu hayvanlar, aynı zamanda taşıdıkları acılar ve hastalıklarla birlikte bir ülkeden diğerine ihraç ediliyorlar. Bilimsel araştırmalar da gıda amaçlı canlı hayvan ticaretinin küresel boyutunu salgınlar ekseninde farklı şekillerde gözler önüne seriyor.
[Epidemiyolog Marius] Gilbert domuz sürülerinde de virüslerin öldürücülüğünün arttığını söylüyor. İlk kez 1980’lerde ABD’de tanımlananbir domuz hastalığı olan domuz üreme ve solunum sendromu (PRRS), o tarihten bu yana dünyanın farklı bölgelerindeki sürülere yayıldı. Bu virüsün suşları ise yakın zamanda Çin’de tespit edildi ve daha önce ABD’de görülenlerden çok daha öldürücü oldukları anlaşıldı.
ABD Ulusal Sağlık Enstitüsü’nden Martha Nelson ve ekibi tarafından yürütülen 2015 tarihli bir araştırmadadomuz gribi virüsünün genetik sekansları haritalandı. Çalışma, dünyanın en büyük domuz ihracatçıları olan Avrupa ve ABD’nin aynı zamanda domuz gribinin de en büyük ihracatçıları olduğunu ortaya koydu.
* * *
Fotoğraf: Animals Australia
“İnsan hayvanları ve hayvansal ürünleri tüketmeseydi Covid-19 gibi virüslerle karşılaşmayacaktı” söylemlerine denk geliyoruz. Bu söylemdeki doğruluk veya hata payı nedir?
Suat Erus: “İnsanlar hayvanları yemeseydi belki milyonlarca yıl bu yeni tip Koronavirüsle karşılaşmayacaktı. Ama tarih boyunca, insan hiç hayvan yemeseydi belki nesli tükenecekti. O yüzden, geçmişe dönük bu spekülatif varsayımlar üzerinden konuşmaktansa şimdiki zamandan bahsetmek bence harekete geçmek için daha önemli. İnsanlar tarih boyunca, kıtlık ve açlık zamanlarında, hayatta kalmak için hayvan etlerinden faydalandı. Ama geldiğimiz noktada çok iyi biliyoruz ki hayvancılık, hem insana, hem hayvanlara, hem de üzerindeki diğer tüm canlılarla birlikte gezegene büyük zarar veriyor. Sadece etik ve insan sağlığı açısından değil, milyarlarca hayvanın sadece dünya üzerindeki varlığı bile çok ciddi ekolojik bir problem, buna bir de tabağınıza gelene kadar geçen sürede harcanan enerji, yakıt, su ve salınan sera gazlarını da katmayı unutmayın.”
Kısırdöngü: Hayvancılık, iklim krizi ve salgınlar
Hayvancılık endüstrisi üretimi, ulaşımı, dağıtımı, atıkları ve neden olduğu türler ve topluluklar arası adaletsizlik ile yeryüzünü her geçen gün daha da yaşanılmaz hale getiriyor. Et, yumurta ve süt için yetiştirilen ve öldürülen hayvanlar, dünyadaki sera gazı emisyonlarının en az %15’ini oluşturuyor. Araştırmalar bu oranın, hava ve kara taşıt trafiğinin neden olduğu sera gazı emisyonundan daha yüksek olduğunu ortaya koyuyor. Aynı zamanda tarım alanlarının yaklaşık %70’i de, yine iklim krizinin başlıca nedenlerinden biri olan hayvancılık endüstrisine yer açmak için yok ediliyor. Bu da ormansızlaşmanın, biyoçeşitlilik kaybının ve su kirliliğinin en temel nedenlerinden biri olarak karşımıza çıkıyor.
Peki uzman kuruluşlara ve bilim insanlarına göre zoonotik salgınlar da çok daha fazla türde ve sayıda hayvanın üretilmesi, doğadan yakalanması, gıda sistemine dahil edilmesi ve farklı amaçlarla ticaret ağına sokulmasıyla baş göstermiyor muydu? İnsan faaliyetleri için el değmemiş doğal yaşam alanlarının yok edilmesi, yollar inşa edilmesi ve o görünmeyen sınırın ortadan kaldırılmasıyla kendini göstermiyor muydu?
Fotoğraf: AFP/GETTY
* * *
Son olarak hayvanları ve hayvansal ürünleri besin olarak tüketmenin ahlaki boyutunu bir başka önemli tartışmanın konusu olarak bir kenara koyarsak ve bu kez insan sağlığı açısından değerlendirirsek, hayvan yemek ve süt, yumurta gibi hayvansal ürünleri tüketmek yalnızca ölümcül virüsler açısından mı riskli mi, yoksa başka hastalıklara da zemin hazırlıyor mu?
Suat Erus: “Hayvansal gıdalar tıpkı bitkisel gıdalar gibi bir pakettir. Bu paketin içinde mutlaka ki işimize yarayan öğeler vardır. Örneğin et, protein açısından iyi bir kaynak olmasına rağmen, yüksek oranda doymuş yağ, trans yağ, kolesterol, okside demir ve bağırsağımızda kanserojen maddelere dönüşen bazı moleküller içerir. Bu tıpkı içinde bol miktarda su olduğu için kolanın sağlıklı olduğunun iddia edilmesi gibi. Kalsiyum için süt, omega-3 için balık, demir için kırmızı et, probiyotik için yoğurt tüketmeye gerek yoktur, hatta tüketilmemelidirler. Probiyotik almanın en riskli yolu yoğurttur. Süt ve süt ürünleri, trans yağ içeren, anne ineğin cinsiyet hormonlarını ve buzağının 1 ton olması için gereken büyüme hormonlarını içeren bir sıvıdır. Bugün biliyoruz ki sigarayla akciğer kanseri arasında nasıl bir ilişki varsa, işlenmiş et ürünleri salam, sucuk, sosis ve bağırsak kanseri arasında da benzer bir ilişki vardır.
Daha önce de vurguladığım gibi, kıtlık yaşamayan insanın doğasında aslında hayvansal besinlerin yeri yok. Bugün dünyadaki en çok ölüme sebep olan hastalıkların büyük bir bölümü doğrudan hayvansal gıdalarla beslenme sonucunda oluyor ve biz bunları kadere bağlayıp kabulleniyoruz. Örneğin dünyada damar tıkanıklığına bağlı kalp krizi ve inmeden ölen insan sayısı günde 47 bin civarında, yani sadece her iki günde bir en başından beri Covid-19’un öldürdüğünden daha fazla kişi ölüyor. En başta dediğim gibi, evet bir denge var ama biz dengeyi hep bozan taraftayız.”
Yaşama saygı evrensel bir yasa olabilir mi?
“Bitkilerin En Güzel Tarihi” adlı kitabın önsözü günümüzün de bir özeti gibi. Kitap, katlanarak artan insan nüfusuyla birlikte yerkürenin her karış toprağının hayvancılık, ormancılık ve madencilik faaliyetleriyle işgal edildiği bu dönem için şöyle diyor: “Yaşama saygıyı evrensel bir yasa olarak ilan etmenin zamanı gelmiştir. (…) Artık bitkilerin serüveni, kendi yasalarını dayatmaya çalışan insanların serüvenine bağlı.”
İnsanın ve insan dışı hayvanların serüveni de bizim bireyler ve karar vericiler olarak seçeceğimiz tarafa… Siz hangi taraftasınız?
–
(Kırmızıyla işaretlenen bölümler, The Guardian’da yayımlanan makaleden alınmıştır.)
Kapak Fotoğrafı: Dedi Sahputra / EPA
[1]https://www.theguardian.com/world/2020/mar/28/is-factory-farming-to-blame-for-coronavirus
[2]https://www.nationalgeographic.com/science/health-and-human-body/human-diseases/how-do-animals-pass-dangerous-zoonotic-diseases-to-humans-zoonoses-coronavirus/
[3]https://www.ncbi.nlm.nih.gov/pmc/articles/PMC2725831/
[4]https://www.researchgate.net/publication/259870465_Wildlife_a_hidden_warehouse_of_zoonosis_-_a_review
[5]https://www.ncbi.nlm.nih.gov/pubmed/22697432
[6]https://www.theguardian.com/environment/2020/jan/20/two-billion-and-rising-the-global-trade-in-live-animals-in-eight-charts
[7]https://m.bianet.org/biamag/hayvan-haklari/195670-afiyet-olmasin-turkiye
[8]https://www.sivilsayfalar.org/2019/07/22/hayvanlar-turkiye-sinirinda-canli-canli-pisiriliyor/