Sarayburnu’nu döndün mü bir kere…

Yirmili yaşlarımda hep şu fikir dönerdi zihnimde: “Sarayburnu’nu döndün mü bir kere, dünyanın bütün denizleri açılır önünde!” Ta çocukluk günlerimden itibaren hayal kurardım; yüzen herhangi bir şeyin üzerinde Kadıköy’den doğru çıktığım bir yolculuğu kurgulardım kafamda: Sarayburnu’ndan öte, tüm denizlere. Yiyeceğimi, içeceğimi versin birileri derdim, ben giderim gündüz gece…

Dalıyorsak var bir bildiğimiz!

Bir mercan görür, varoluşa şükrederiz. Estetik denen kavram somutlaşmış duruyordur karşımızda. Öyle görkemli, öyle kırılgan… Bir Acroopora’nın –masa mercan- altına uzatır kafamızı bakar ki, yaşam yaşam içine geçmiş. Bir karides dişlerini temizlemektedir bir irice mürenin. Ya da bir Caretta çatur çutur yemektedir, aşağı yukarı on yılda bir santim büyüyebilen estetik mucizesi mercanı. Anemonun içinden meraklı bir kafa uzanır önce, hemen kaçıverir içeri. Ama öyle meraklıdır ki, duramaz yerinde. Biraz sabrederseniz parmaklarınızla oynaşmaya başlar bir minik soytarı balığı.

Deniz kentine, deniz akvaryumu…

Bu yakınlarda İstanbul “dev akvaryum”una kavuşacak. Yani dünyanın dört bir yanından toplanacak olan köpekbalıkları, ahtapotlar, yunuslar, mantalar… Bir sürü canlı yüce insanlığa hizmet etmek üzere Florya’da yerini alacak. Aynı 2011 senesinde altı tarafı denizlerle çevrili Türkiye Cumhuriyeti’nde ne idüğü belirsiz [*] yunus gösteri merkezleri yetmiyormuş gibi bugüne ve geleceğe kapitalizmin vizöründen bakan iktidarlar şimdi de getireceği üç kuruş rant için dev akvaryum-hapishaneler açmaya hazırlanıyorlar.

Hayvan Hak(sızlık)ları

Koskoca Balıkesir Üniversitesi’nin “bilirkişisi” kadar dahi ciddi olamıyorum. Bir tarafım cız etmese hayvancıkların haline, kahkahalarla gülmek istiyorum işletmeye, bilirkişiye, devlet erkanına… Ne de olsa bir çeşit komedi dizisi tadında olan biten. Tek günahı ticari değerinin olmaması ya da henüz soyunun tükenme tehlikesinin bulunmaması olan hayvancıkları düşündükçe kahkaha boğazıma düğümleniyor.

Sana dün denizin altından baktım ey aziz İstanbul

Ben İstanbul Boğazı’nda dalmadım ama 2005’ten beri 250 dalışın büyük bölümünü İstanbul’da yapan Sualtı Temizlik Hareketi’nin envanterine baktım. Ne yazık ki Boğaz yukarıdan ne kadar müthiş görünüyorsa denizin altında da durum bir o kadar kötü. Çöp karıştırıcılığı yapınca görüyorsunuz ki atıklar da adeta semtlerin sosyo kültürel yapısını yansıtıyor.