Sene 2011. İletişim almış başını gitmiş. Bilgi kapıdan kovsanız, bacadan giriyor artık. Bilgiyle aranıza girebilecek tek engel bilmek istememeniz.
Yazı: Hakan Tiryaki, Vira Dergisi, 2011
2009 yılı verilerine göre 198.000.000 internet sitesi, 23.000.000.000 sayfa içerik ile neredeyse tüm dünyanın paylaşımında. Doğrusu geometrik olarak arttığı düşünüldüğünde belki de bugün bu rakamlar kat kat üzerinde.
İtiraf etmeliyim ki bu konu üzerine kısa bir araştırma yaptım; birkaç dakika.
Ne de olsa “insanoğluyuz” ve bilgiye açız. Her daim yeni bir şeyler öğrenmekte, öğrendiklerimizi paylaşmakta ve biriktirdiklerimizi gelecek nesillere aktararak varlığımızı yüceltirken “atalarımızın şebekliklerine” gülebilmekteyiz!
İnsan bilgiyi aktarma ve paylaşma noktasında tarih boyunca birçok yöntem geliştirdiyse de bugün gelinen noktayı hayal edebilmiş midir bilemiyorum. Neyin bilgi olduğu, neyin olmadığı hala felsefenin tartışma konusu olarak bir yanda dururken daha fazla uzatmadan konumuza gelelim.
Bu yakınlarda İstanbul “dev akvaryum”una kavuşacak. Yani dünyanın dört bir yanından toplanacak olan köpekbalıkları, ahtapotlar, yunuslar, mantalar… Bir sürü canlı yüce insanlığa hizmet etmek üzere Florya’da yerini alacak.
Bu sayede insanlar ve özellikle çocuklar onları ücreti mukabilinde görerek aydınlanacak, hayata, varoluşa bambaşka bir pencereden bakacaklar. Mantaların uçarcasına süzülüşünü gören kocalar rehabilite olacak; sürekli sırıtan “gayriciddi mahlukatları”, yunusları gören çocukların yüzünden tebessüm eksik olmayacak.
Hatta her birisi aklı başında, büyük “adamlar” olacaklar, memleket de nasibine düşeni alacak. Kısacası, bu dev akvaryumun nimetleri saymakla bitmez.
Bir müjdeli haber de Antalya’dan geldi geçtiğimiz günlerde, büyücek bir tane de onlar inşa edecek, neredeyse gırtlağına kadar suya batmış Antalyalıları aydınlatmak, çocukları ve yetişkinleri rehabilite etmek için bir deniz akvaryumu da onlar inşa eyleyeceklermiş.
Şimdi bilgi çağında hala bilgiye ulaşmanın yolları konusunda sorunlu memleketimiz için bir kısa araştırma daha yapalım.
Mesela, rahmetli Haluk Cecan’ın canını dişine taktığı yüzlerce bölümlük sualtı belgesellerinin ceza olarak yayınlatıldığı bir ülkede ortalama bir sualtı canlısının Polat Alemdar denen sanal şahsiyet kadar popüler olmasını beklemek tabii abes. Ya da “prime time” tabir edilen yozlaştırma-duyarsızlaştırma-programlama kuşağında insanın geldiği yeri, doğayı hatırlatacak belgesellerin yer almasını beklemek “doğaya en uygunu” olduğu öne sürülen kapitalizm açısından en naif ifadeyle komik olsa gerek.
Neyse, yine de farz edelim ki merak ettik şu yunus denen mahlukatı, sorduk ulu Google’a:
0,08 saniyede 24.000.000 site bulmuş.
Bilgi denen şeyin vücuda alımı zor, şöyle “light”, hafif bir şey olsun derseniz bu sefer suda eriyen tablet tadında bilgi için bir de Youtube’a danışmak gerek.
Sonuç, 30.200 film.
Tamamı ücretsiz ve de herkese açık. Hatta aranacak sözcüğü “dolphin” olarak seçerseniz içerik sayısı katlanmakta.
Bir de TV kanalları var aslında. Hani genelde entelektüel düzeyimizin belirteci olarak kullandığımız; Animal Planet, Discovery Channel, National Geographic… ki bunlar sadece en bilinen ve ilk akla gelenler.
Kitaplardan ya da ansiklopedilerden bahsetmek artık abes olacak gibi ama hala ilgi duyanlar için bir de üzerine kütüphaneler ve sayısız basılı kaynak da cabası…
Tekrar hatırlayalım, sene 2011. Sicili bozuk insanlık en azından bazı konularda altın çağını yaşıyor. Bu konuların başında da iletişim geliyor. İnsanlar internet üzerinden iletişim kuruyor, organize oluyor, hatta kaderlerine baş kaldırıyor.
Aynı 2011 senesinde altı tarafı denizlerle çevrili Türkiye Cumhuriyeti’nde ne idüğü belirsiz [*] yunus gösteri merkezleri yetmiyormuş gibi bugüne ve geleceğe kapitalizmin vizöründen bakan iktidarlar şimdi de getireceği üç kuruş rant için dev akvaryum-hapishaneler açmaya hazırlanıyorlar.
Denizi olmayan bir coğrafyada olsa kabul etmese de anlayabilir insan ama şehr-i İstanbul’da bunun rant dışında bir açıklaması olabilir mi?
Ya da dile getirildiği gibi denizi, deniz canlılarını sevdirmek ya da tanıtmak ise derdi söz konusu iradelerin ücret-i mukabili girilebilecek dev hapishaneler yerine, her okula birer deniz kütüphanesi oluşturamazlar mı? Hem de bilmem kaçta biri maliyetle.
Ya da bu heveslerini tatmin etmek için Milli Eğitim Bakanlığı ile bir ortak projeye soyunamazlar mı gerçekten denizi ve deniz canlılarını anlatabilmek için çocuklara? Hem de seçilmiş çocuklara değil, tümüne. Ankara’dan bakınca denizi göremeyen, göremeyince de yok sayan Bakanlık için de hayırlı bir iş olmaz mı aslında?
Ne de olsa 2011 Türkiyesi’nin hala alt tarafı denizlerle çevrili ama hala deniz yok eğitim müfredatında…
Son bir örnek ya da destansı bir vaka, “insanoğlunun” sevgi anlayışına dair.
2003 yılında Pixar bir başyapıt kazandırdı sinema endüstrisine: Finding Nemo. Her açıdan keyifle izlediğimi itiraf etmeliyim, tıpkı milyonlarca insan gibi.
Bu nefis eğlencelik çerez kapitalist ve sevgi kavramını mülkiyetle karıştırmış insanlık için nasıl bir sonuç verdi dersiniz?
Bir sonraki yıl 20.000.000 canlı akvaryumlardaki yerlerini almak ve geri dönmemek üzere koparıldılar denizlerden. Tekrar denizlere dönüşleri ise üzerlerine çekilen sifonun girdabıyla oldu…
Bir kez daha düşünün…
[*] Ne idüğü belirsiz, çünkü Bern Konvansiyonu gereği her biri birer terapi merkezi olmak durumunda, yunuslar üzerinden ticaret yasak. Yeni Yüzme Havuzları Yönetmeliği’ne göre insanla hayvanın bir arada yüzmesi de yasak. Üzerine Sağlık Bakanlığı da der ki, “yok öyle bir terapi yöntemi”. Sanırım ne idüğü belirsiz dahi hafif kaldı…