Sık Sorulan Sorular

Sık Sorulan Sorular

Yunus ve balinalar askeriye tarafından savaşta da kullanılıyor mu?

Evet, yunus, balina, deniz aslanı ve fok gibi bazı deniz memelileri, yunus gösterisi ve yunusla terapi aldatmacası gibi esaret endüstrisine ek olarak askeriye tarafından da dünyanın farklı bölgelerinde tutsak ediliyor ve sömürülüyor.

Özellikle afalina türü yunuslar ve belugalar, “düşman”ları ve mayın gibi patlayıcıları sualtında tespit etmek ve onlara karşı savunma geliştirmek için ağırlıklı olarak Rusya ve ABD orduları tarafından sömürülüyor, işkence görüyor.

Bu korkunç prosedür, hem Vietnam savaşında hem de Basra Körfezi’nde donanma gemilerini, gemilere patlayıcı yerleştirmek isteyen düşman yüzücülerden korumak için kullanıldı. Günümüzde hala deniz memelileri gelişmiş teknolojilerin varlığına rağmen insan menfaati için aktif savaş hallerinde ve savunma amaçlı ordular tarafından sömürüye maruz bırakılıyor.

Daha ayrıntılı bilgi, Pınar Yeğiner Köken tarafından çevirisi ve düzenlemesi yapılan aşağıdaki derlememizde.

Fotoğraf: ABD Donanması Kaynak: Avma

Yunusları ordu için “eğitme” fikri

Topol-M, Yars ve Bulava stratejik füzelerinin geliştiricisi Valentin Smirnov, Russia Beyond’a 1980’lerde Medvedka denizaltı savunma sisteminin testleri sırasında tasarımcıların torpido füzelerinden birini “yanlış yere koyduğunu” söyledi. Füze, telemetrik ekipmanla birlikte varsayılan hedef alanında yüzeye çıkmak yerine battı.

Dalgıçlar, test sahasında deniz tabanındaki bir sualtı enkazı arasında onu bulamadı. Tasarımcılar ordu tarafından sorumlu tutulacağı için yeni geliştirilen silah sualtında bırakılamazdı. Sonra denizcilerden biri okyanus akvaryumu ile iletişime geçmeyi önerdi.

Smirnov, birçok insanın bu öneriye güldüğünü hatırlıyor. Ancak durum umutsuz olduğu için tasarımcılar bu tavsiyeyi denemeye karar verdi. Şaşırtıcı bir şekilde bir yunus birkaç dakika içinde batık torpidoyu buldu ve hatta ona bir kaldırma kablosu bağladı.

Fotoğraf: ABD Donanması Kaynak: Popular Mechanics

60’lardan günümüze ABD Donanmasındaki hayvanlar

1960’ların başında ABD Donanması, deniz memelilerini sualtındaki nesneleri almak ve güvenlikten sızan yüzücüleri tespit etmek için eğitmeye başladı.

Yunus ve balinaların son derece  hassas aktif sonarlara sahip olması askeri kullanım için hedef olmalarına neden oldu. Ayrıca yüksek zeka seviyeleri nedeniyle deniz memelileri, edimsel koşullandırma (ödül ve ceza sistemi) yöntemleri kullanılarak nesneleri tanımak, sualtına dalarak almak ve hatta yüzücüleri yüzeye sürüklemek için işkence olarak nitelendirilebilecek eğitimlere maruz bırakıldı.

Örneğin; Seattle’dan sadece 20 mil uzaklıkta bulunan Kitsap Deniz Üssü, ABD ulusal güvenliği için “ilk savunma hattı” olarak nitelendirilen ABD Donanması’nın yunuslarını tutsak ediyor.

Donanma daha önce; Cam Ranh Körfezi, Vietnam ve Bahreyn’deki gemileri korumak ve Basra Körfezi ile Irak’ın Um Kasr limanındaki deniz mayınlarını aramak ve işaretlemek için yunusları ve fokları görevlendirmişti.

Yunuslar mayınların şeklini tanımak ama onlara dokunmamak için eğitilmişlerdi. Mayınları tespit ettikten sonra insanlara geri dönüyor, onlardan yüzer işaretçiler alıyor ve tehlikeli bölgeyi etiketlemek için bu işaretçileri mayınların dibinde bırakıp geri dönüyorlardı. Bu şekilde robotlaştırılmışlardı.

Bugün, San Diego merkezli ABD Donanması Deniz Memelileri Programı’nda (NMMP), Soğuk Savaş dönemindekinin yarısı kadar olan 75 yunus ve 30 fok tutsak ediliyor. Denizden son canlı yakalamaların 1989’da gerçekleştiği biliniyor.

Washington‘daki Bangor üssü, şu anda dünyanın en büyük nükleer silah sahasına ev sahipliği yaptığı için, deniz tarafı da dahil olmak üzere her yönden korunmaya ihtiyacı olan bir bölge olarak görülüyor. Donanmanın yunus ve foklardan oluşan “birlikleri” burada devreye giriyor. Donanma sözcüsü Chris Haley, 2010’dan beri hayvanların, 9 bin 962 nükleer savaş başlığının yaklaşık %25’ini elinde tutan stokların etrafındaki suları savunduklarını söylüyor.

2014 yılında ABD donanması mayın tespiti için sualtı robotlarının kullanımını araştırmaya başladı. 1992’de ABD Kongresi, donanmaya yunusların yeniden doğaya nasıl salıverileceğine dair prosedürler geliştirmek için 500 bin dolar harcama talimatı vermişti.

ABD Deniz Kuvvetleri Deniz Memelileri Programı kapsamında tutsak edilen KDog adlı yunusa kamera takılmış. Bu yunus, Irak Savaşı sırasında Basra Körfezi’nde mayın temizleme çalışmalarında kullanıldı. Fotoğraf: ABD Deniz Kuvvetleri, Wikipedia

60’lardan günümüzde Rusya donanmasındaki hayvanlar

1965’te Sovyet Donanması ise Karadeniz’de, Kırım Yarımadası’ndaki Sivastopol yakınlarında kendi deniz programını açarak ABD’ye karşılık verdi. Arktik Okyanusu’ndaki ikinci merkez olan Murmansk Deniz Biyolojisi Enstitüsü de 1984’te açıldı.

1976 tarihli bir CIA raporu, Sovyet deniz memelileri programının başlangıçta ciddi bilimsel uzmanlık eksikliği yaşadığını ortaya koyuyor.

Rapor; yunusların çözülmemiş ve donmuş balıklarla beslenmekten, koruyucu tıbbi bakım eksikliğinden ve yetersiz çevresel koşullar sebebiyle sürüler halinde öldüğünü yazıyor. Rapora göre, 47 yunustan sadece ikisi tesise taşınırken sağ kalabildi. 1974’e gelindiğinde ise, hayatta kalan 15 yunustan sadece ikisi sağ kalıp eğitime devam edebildi.

Rapor, Sovyet akademisyenlerinin ödül-ceza tekniklerine aşina olmadıklarını ve bunun yerine Pavlov yöntemlerini (klasik koşullandırma) kullandıklarını iddia ediyor. Bu süreçte Sovyet Donanması, yunusları eğitmek için “sert oyun” tekniklerini kullanan sirk görevlilerini işe aldı.

Rusya Bilimler Akademisi Güney Bilim Merkezi’nde görevli olan Gennady Matishov, Kuzey Filosu tarafından geliştirilen başka bir savunma planını şöyle anlatıyor: “Deniz komutanlığı, beyaz balinaları körfez girişlerine nöbetçi olarak yerleştirmeyi düşünüyordu. Bir düşman tespit ettiklerinde, ölümcül fokları kafeslerinden serbest bırakacak olan sirk çalışanlarına bildireceklerdi. Ana görevleri, filonun ana üssünün sularını sualtı sabotajcılarına karşı korumaktı.

Örneğin; afalina türü yunuslar körfezin girişinde dolanır ve bir davetsiz misafir tespit ettiklerinde hemen kıyı gözetleme noktasındaki operatöre sinyal verir. Bu aşamadan sonra gelebilecek komuta bağlı olarak harekete geçen afalinalar bir düşmanı kendi başlarına öldürme yeteneğine bile sahiptir.

Ayrıca en fazla 120 metre  derinlikte yatan torpido, mayın ve diğer batık mühimmatı aramak için eğitilmişlerdir. Hayvana, herhangi bir nesneyi göstermek yeterlidir.”

Ayrıca dalgıçlarla birlikte çok iyi “çalıştıklarını” söyleyen Matishov, alet alıp taşıyabildiklerini ve kaptanları deniz komandolarının saldırılarına karşı koruyabildiklerini söylüyor.

Ancak SSCB’nin o dönemlerde okyanus dibindeki kesin durumu gerçek zamanlı olarak iletebilecek hiçbir ekipmanı yoktu ve beyaz balinaların (beluga)  ülkenin Kuzey Filosu sularında hizmet için uygun olmadığını iddia ettiler. Sonuç olarak ordu belugalardan vazgeçti ve tamamen foklara odaklandı.

“Katil” ve “kamikaze” yunuslar yetiştirmek

ABD Deniz Kuvvetleri zaman içinde işkence dolu eğitimler sırasında farklı bir öldürme mekanizması geliştirdi: Yunusun burnunun üzerine, sıkıştırılmış gazla dolu hipodermik iğneler yerleştirmek. Yunuslar bu süreçte, ölümcül sonuçlara yol açan bir emboliye neden olan iğneleri atmak ve enjekte etmek için eğitildi.

Ayrıca Rusya’nın, düşman denizaltılarına limpet mayınları yerleştirmek için “kamikaze yunuslar” eğittiği bildiriliyor.

Eski operatör Albay Victor Baranets BBC’ye, Sovyet ve Amerikan denizaltılarının pervane seslerini ayırt etmek için yunusların eğitildiğini söyledi. Belki de Sovyetlerin taarruz konuşlandırma konsepti vardı: Russian Beyond’da köşe yazarı olan Nikolai Litovkin, “afalina türü yunusların, ‘özel kuvvetlerin’ görevlerini yerine getirmeleri için helikopterler ile havadan atılmak üzere eğitildiğini” iddia ediyor.

Kaynak: Haberler.com

İran, Ukrayna ve Kuzey Kore de vahşeti sürdürüyor

1991 yılında Sovyetler Birliği’nin dağılmasıyla birlikte Kırım merkezli muharebe yunus programı Ukrayna’ya geçti.

Programın yöneticisi Boris Zhurid, yunusları ve diğer memelilerini, sırtlarına bağlı zıpkınlarla düşman kurbağa adamlara saldırmak ve onları yakalamak üzere yüzeye sürüklemek için eğitti. Eğitimler aynı zamanda, mayın taşıyan düşman gemilerine karşı kamikaze saldırıları gerçekleştirmeyi de kapsıyordu. Buna göre yunuslar, gövdesiyle temas halinde bir gemiyi patlatacak şekilde görevlendirildi.

2001’de hayvanları, onlara uygun bakımı sağlayacak mali güce sahip olmadığını iddia ederek İran’a sattı. Bir beyaz balina, dört afalina, mors ve fok da dahil olmak üzere 26 hayvan, Rus kargo uçağıyla İran’a nakledildi.

İran’ın deniz memelileri için askeri bir kullanımı araştırıp araştırmadığı belli değil. Büyük olasılıkla Ukrayna’dan gelen yunuslar, Kish Adası yunus parkı tarafından gösteriler için satın alınanlar arasındaydı. İran’ın Basra Körfezi’ne bakan dar ve uzun sahil şeridi, bu tür deniz operasyonlarını potansiyel olarak daha pratik hale getiriyor. Bu arada Tahran, yakın zamanda İsrail’i casusluk amaçlı kamera donanımlı bir yunus kullanmakla suçladı.

Balina ve Yunusları Koruma Derneği’nin (WDC) araştırmasına göre, dünya çapındaki akvaryumlara çok sayıda eski Sovyet askeri yunusu satıldı. Birçoğu satıldıkları yerde kötü koşullarda tutuldu ve çoğu yolda öldü.

2012’de Ukrayna, davetsiz düşman misafirlere “kafalarına sabitlenmiş özel bıçaklar veya tabancalar” ile saldırmak için eğitilmiş 10 yeni yunusla yunus savaş programını yeniden açtı. Sadece iki yıl sonra, Rus kuvvetleri Kırım Yarımadası’nı ele geçirdiğinde ve yunusları geri verme isteklerini reddettiğinde Kiev, programı ikinci kez kapatmak üzereydi.

Ukrayna’nın tutsak ettiği yunusların Rusların bakımı altında da açlıktan öldüğü belirtiliyor. Ukraynalı bir sözcü, “vatansever” yunusların (!) Ukraynalı bakıcılarına bağlılıkları nedeniyle “açlık grevine” gittiğini iddia ediyor. Rus kaynakları ise yunusların, Ukraynalıların kötü muamelesi nedeniyle öldüğünü veya başlangıçta programda hiç yunus kalmadığını iddia ediyor.

Sovyetler döneminde rafa kaldırılan “kamikaze yunus eğitimi projesi” 2016 yılında tekrar hayata geçirildi.

Rus hükümeti, yaşları üç ila beş arasında değişen üçü erkek ve ikisi dişi olan beş yunus için “kusursuz dişlere”, “kusursuz motor becerilere” sahip olan yunuslar için bir ihale yayınladı. İhalede yunusların “hava deliklerinin mukoza kaplı olmaması” gibi şartlar da koşulmuştu. Bu yunuslar sonunda Moskova Utrish Dolphinarium’dan 26 bin dolara satın alındı.

Kuzey Rusya’daki Murmansk’ta ve Kırım’daki Sivastopol’da deniz memelilerinin eğitimi için iki merkez olduğu biliniyor: Murmansk Deniz Biyolojisi Enstitüsü ve Sivastopol Okyanus Akvaryumu.

ABD Deniz Enstitüsü’nden (USNI) yeni bir rapor ise, Kuzey Kore’nin de benzer bir program geliştirdiğini aktarıyor. Kuzey Kore liman kenti Nampo’dan alınan uydu görüntüleri, Taedong Nehri’nin yukarı kısmında bir yeri işaret ediyor. Yunuslar, foklar ve hatta bazı balinalar, deniz tabanından ve başka yerlerden mühimmat almak gibi savaş dışı operasyonlar için eğitilmiş olsa da, Pyongyang’daki Kim rejimi gibi paranoyak bir hükümetin bunları yalnızca savunma için kullanmasının pek olası olmadığı düşünülüyor.

Beyaz balinaların yeterli düzeyde “etkin” olmadığını gören Rusya ordusu, belugalar yerine foklara odaklanıyor. Fotoğraf: Murmansk Marine Biological Institute Kaynak: Russia Beyond

Tutsaklık ve sömürü etik bir sorundur

Nova Scotia’daki Dalhousie Üniversitesi’nde hayvan etiği çalışan Andrew Fenton, “Askerlik hizmetine gönüllü olarak katılan veya üzerlerinde deneyler yapılmasını kabul eden insanların aksine, hayvanların başka seçeneği yok”, diyor.

“Onları ihtiyaçlarımıza tabi tutuyoruz, çoğu zaman aşina oldukları ortamlardan koparıyor ve tanıdık olmayan ve muhtemelen stresli bir duruma sokuyoruz. Görevlere veya araştırmalara katılmaktan fayda sağlayıp sağlamadıkları hakkında hiçbir fikrimiz yok.”

Donanma bazen yunusları “sualtı gözetleme köpekleri” olarak tanımlasa da Fenton bu karşılaştırmayla ilgili şu soruna işaret ediyor: “Köpekler evcilleştirilmiştir. Yunuslar ise evcil değil yabanidir. İnsanlar köpekler için sosyal ve psikolojik açıdan zengin, hareketli bir dünya sağlayabilir, ancak aynısını yunuslar için yapmak çok daha zor ve karmaşıktır”. Özellikle de köpeklerle insanların 20 bin ila 40 bin yıl arasında uzun bir ilişkiye sahip olduğunu göz önünde bulundurunca, yunusların insan etkileşimine ve sömürüsüne bu denli maruz bırakılmasının tartışmaya çok açık olduğunu vurguluyor.

Yunusları “evcilleştirmenin” de, hayvanların dünyalarını ciddi şekilde daraltmak anlamına geldiğini, bunun da biyoetikte “zarar” olarak tanımlandığını söylüyor.

İnvaziv deneyler ve ömür boyu esaret ile fiziksel ve psikolojik işkence

Hayvanlara bunun için ödetilen bedel ise ömür boyu esaret altında tutulmaları, fiziksel ve psikolojik olarak hayvanlara zarar veren eğitimlerden geçirilmeleri.

Örneğin; 2003 Irak Savaşı sırasında Basra Körfezi’nde mayın bulmak için görevlendirilen afalina türü bir yunus olan Makai, hayvan hakları savunucuları tarafından 2016 ve 2017’de görüntülendi. Beş ay boyunca alınan video kayıtlarında yunusun hasta olduğu ve artık yüzemediği ortaya çıktı. Boğulmasını önlemek için veterinerler onu vücut yüzdürme cihazına yerleştirmişti. Kaydı yapan hayvan hakları savunucuları, birkaç ay sonra aynı kıyafetle kaplanmış başka bir yunus kaydetti. Makai’nin omurilik hastalığı vardı, bu da onu yüzemez ve nefes almak için dik bir pozisyonda suda tutamaz hale getirdi. Dört aylık bir süreç sonunda veteriner hekimler yunusu öldürme kararı verdi.

Video kayıtlatını alanlardan biri olan Michelle Bollo, hasta yunusların kasıtlı bir şekilde hayatta tutulduğunu, hasta yunus bakımı konusunda eğitim verebilmek için hayvanların bu şekilde yaşamaya zorlandığını vurguluyor. Bollo, “Yunuslar tüple besleniyordu ve onlara damar içinden sıvı veriliyordu. Arada hayvanlardan kan alıyorlardı,” diyor. İnsan kullanımı için eğitilmiş tutsak yunusların yaşam kalitelerinin olmadığını ve yunusların çilesini her gün izleyip filme almanın kendisini çok üzdüğünü de ekliyor.

Bir araştırma da, savunma amaçlı sömürülen yunusların işkenceye maruz bırakıldığını bir kez daha kanıtlıyor. Bu çalışmada donanmanın, afalina türü yunusları 0.2 °C soğuk suya maruz bırakarak metabolizmalarının ısınmak için ne kadar hızlı çalıştığını test ettiği aktarılıyor.
Georgia’daki Emory Üniversitesi’nde 20 yılını yunusları incelemeye adayan bilim insanı ve deniz memelisi uzmanı Dr. Lori Marino, San Diego Körfezi’nin ılık sularına alışmış donanma yunuslarının bu kadar soğuk suda strese girebileceğini söylüyor. Serbest dolaşan özgür yunusların aksine, kendilerini rahat hissettirecek noktalara kaçmak için hiçbir şansları olmadığını vurguluyor: “Onlara bir seçenek bırakılmıyor, mevcut deney ortamı dayatılıyor. Bu yunuslar adeta kapana kısılmış durumda.”
Başka bir çalışmada da yine ABD donanması, yunuslara damardan tuzlu su verdi ve vücudun bu tuzlu suyu nasıl işlediğini görmek istedi.
Ancak, insanlar gibi yunuslar da tuzlu su içmez, bu yüzden çok ciddi hasta olabilirler,” diyor Marino. Deniz suyunun yaşamı tehdit eden dehidrasyona (susuzluğa) ve vücutta diğer rahatsızlıklara neden olabileceğini de sözlerine ekliyor. Bu deneyi yapmanın bile anlamsız olduğunu vurgulayan Marino, doğal yaşam ortamlarında tuzlu su içme veya buna zorlanma gibi bir durumlarının olmayacağını da söylüyor.
Su yüzeyine başını çıkararak komutları takip eden bir yunus. Kaynak: Wikipedia

Doğası gereği ordular gizliliğe önem verdiği için hayvanlara yönelik muamelelerinin tam kapsamı asla bilinemeyecektir. ABD ordusundaki yunusların video kaydını alan aktivistler, donanmada kullanılan yunusların bazen gizemli ve açıklanamayan sebeplerle öldüklerine dikkat çekiyor. Donanma yunusları ve deniz aslanlarının “olağandışı ölümlerini” listeleyen NOAA’nın Deniz Memelileri Envanteri Raporuna göre; boğulma, omurga kırılması, kafa travması, yabani yunus etkileşimi ile ilişkili travmatik beyin hasarı, anafilaksi, toksik şok ve elektrolit dengesizliği gibi ölüm sebepleri sıralanıyor. Bunlar şüpheli göründüğünden, aktivistler daha fazla bilgi talep ederek tam otopsi raporlarını istedi. Ancak tam otopsi başvuruları reddedildi.

Ordunun bu deneylerle ilgili açıklamalarında yunuslarda stres seviyesini belli edecek kortizol seviyelerinin düşük çıktığına dair savına karşı deniz memelisi uzmanı Dr. Lori Marino kortizol ölçümlerinin yanıltıcı olabileceğini söylüyor. Çünkü kortizol, yalnızca bir avcı tarafından takip edilmek gibi akut stres durumlarında zirve yapıyor.

Ancak Marino, “kronik stresin”, kortizolün bir memelinin kan dolaşımında sürekli olarak düşük seviyelerde dolaşmasına neden olacağını ve depresyon, kendine zarar verme davranışı (örneğin, beton tank duvarlarına çarpma) ve genel sağlık bozukluğu gibi uzun vadeli zararlara neden olabileceğini vurguluyor.

Gruplar halinde yaşayan ve uzun süreli bağlar ve bağlılıklar oluşturan son derece sosyal canlılar olan deniz memelileri için kronik stres; “Eksik aile üyelerinden, diğer yunuslarla sosyal etkileşim eksikliğinden ve üzerinde hiçbir kontrolleri olmayan eylemlere maruz bırakılmaktan kaynaklanabilir,” diyor.

Kaynak: CNN

Kaynaklar: Hakai Magazine, National Interest, BBC, military.com, haberler.com, Russia Beyond, CNN, Popular Mechanics

Yunuslar balık mıdır, memeli mi?

Yunus tıpkı balina gibi, balık değil, memelidir.

Yunuslar halk arasında, yunus parkı sahiplerinin demeçlerinde, eski bilimsel makalelerde ve ilgili resmi kurumlardan gelen yazılarda dahi çoğu zaman bilinçsizce “yunus balığı” olarak anılırlar. Hatta gümrük belgelerinin bazılarında bilinçli bir şekilde, özellikle yasal boşlukları doldurma ve yanıltma amaçlı “yunus balığı” olarak eklendikleri görülmüştür.  Tıpkı, deniz memelisi olan foklara ve morslara hatalı bir şekilde “fok balığı” veya “ayı balığı” dendiği gibi…

Oysa yunuslar, “memeliler” (mammal) sınıfı ve “setase” (cetacea) takımı içinde yer alır. Bu nedenle yunuslar ve balinalar için, “balık” sözcüğü kullanılmamalıdır.

Yunuslar:

  • Akciğerleriyle solunum yaparlar; solungaçları yoktur. Soluk alabilmek için suyun yüzeyine çıkarlar ve avlanabilmek için dalarlar.
  • Sıcakkanlı hayvanlardır; vücut ısıları sabittir.
  • Canlı doğum yaparlar ve yavrularını emzirirler.
  • Beyinleri, sinir sistemleri ve sosyal örgütlenmeleri oldukça gelişmiştir.

Ancak diğer birçok memelinin aksine, yunusların tüyleri yoktur. Yalnızca rostrum bölgesindeki ince tüyler de, doğumdan hemen önce veya hemen sonra dökülürler.

Hem solungaçlara, hem de akciğer benzeri organlara sahip “akciğerli balıklar” olsa da, hatta “yürüyen akciğerli balık” haberleri son zamanlarda evrim sürecine ışık tutsa da, yukarıdaki birçok nedenden dolayı, yunusların balık değil, memeli olduğu gerçeği uzun bir zaman daha değişmeyecek gibi. Evrim bilgisine haksızlık etmemek, hatalı kullanımları sürdürmemek adına, yunuslara artık “balık” demeyeceğimiz günlere…

Konumuzla doğrudan bağlantılı olmasa da yeri gelmişken belirtmekte fayda görüyoruz: Bir yunusun yaşam hakkıyla bir balığın yaşam hakkı arasında fark görmüyoruz. Balıkçılık faaliyetlerinden tematik akvaryumlara kadar milyonlarcasının insan sömürüsünden kurtulacağı bir dünya için mücadele ediyoruz.

 

Avrupa ülkelerinde yunus parkı sayısı ne durumda?

Whale and Dolphin Conservation (WDC)’ın 2011 raporuna göre; iki üye ülke, Kıbrıs ve Slovenya, balinaların ve yunusların ticari amaçlarla esaret altında tutulmasını tamamen yasaklamış durumda. İngiltere ise, kamuoyu tepkisi nedeniyle, 90’lı yıllardan bu yana esaret altında yunus ve balina barındırmıyor.

12 üye ülkenin hiçbirinde 2011 itibarıyla dolphinarium yok. Bu ülkeler; Avusturya, Kıbrıs, Çek Cumhuriyeti, Estonya, Macaristan, Letonya, Lüksemburg, Polonya, İrlanda Cumhuriyeti, Slovenya ve Slovakya (Aynı raporda Romanya’da da dolphinarium olmadığı belirtiliyor, fakat Constanta’da 2013 itibarıyla 1 tane var).

İspanya 11, İtalya 6, Fransa ve Almanya ise 3’er yunus parkıyla, en çok tutsak yunus barındıran tesislere sahip olan AB ülkeleri arasında!

Daha detaylı, güncel bilgi için: WDC-AB ülkelerinde yunus parkları

Yunus ve balina esaretinin geçmişi ne zamana dayanıyor?

Esaret gerçeğinin bilinen tarihi, 1860’lara uzanıyor. 1860 yılında Londra’nın Westminster Akvaryumu’nda, 1865 yılında da Regents Park’taki Zoological Gardens’da canlı yunuslar sergileniyordu.

1863’teyse New York’taki Aquarial Gardens’ta, bir beyaz balina ve bir Atlantik şişeburunlu yunus, aynı ortamda tutuluyordu. Saint Lawrence Nehri’nden yakalanan üç beyaz balinadan yalnızca biri hayatta kalabilmişti. Bu balina da, çok büyük ihtimalle, esaret altında eğitilmiş ilk balina olarak tarihe geçti.

Avrupa’nın ilk dolphinarium’larından biri, 1965’te Batı Almanya’da açılan Duisburg Dolphinarium’uydu. Çok geçmeden Hollanda, Fransa, Romanya ve İtalya bu modayı takip etti!

19. yüzyıl, Sanayi Devrimi’yle birlikte, kapitalizmi ve her türlü sömürgeciliği beraberinde getirirken, çocuk işçileri doğurdu ve kölelik mantığını bir adım daha ileri götürüp türler arası boyuta taşıdı.

Sadece yunusların özgürlüğünü mü savunuyorsunuz?

Elbette HAYIR. Yunus parklarında, tematik akvaryumlarda tutsak edilen balinalar, morslar, deniz aslanları, foklar, köpekbalıkları, vatozlar ve balıklar da mücadelemize dahil. Ayrıca sadece deniz canlılarının değil, kürk, deney, pet shop ve hayvancılık gibi farklı endüstrilerce tutsak edilen tüm hayvanların sömürülmesine karşıyız. Bu amaçla farklı hayvan özgürlüğü aktivistleriyle irtibat halinde çalışıyor ve birbirimize destek veriyoruz. Yaşadığımız ve bir parçası olduğumuz gezegeni koruma ve üzerindeki tüm canlıların temel haklarını savunma gayretindeyiz.

2010 yılında kurulduğumuzda, gittikçe büyüyen bir endüstri halini almış olan yunus parklarına karşı sistematik ve örgütlü bir mücadele olmadığı, ayrıntılı Türkçe haber ve bilgi kaynakları yer almadığı için, esaret endüstrisinin gerçeklerini yaygınlaştırmak ve zulmü sonlandırmak amacıyla Yunuslara Özgürlük Platformu ismiyle bir araya geldik ve sloganımızı belirledik. Fakat mücadelemiz tüm hayvanların özgürlüğünü amaçlıyor.

Yunusları, gösteri merkezleri dışında nerede göreceğiz, görmeli miyiz?

Denizlerimizde. Üç tarafımız denizlerle çevrili ve yunuslar dalgaların arasında, vapur seferlerinde bize eşlik ediyor. Aşağıda videosunu görebileceğiniz İstanbul Boğazı’nda rastladığımız ve uzun uzun görüntülediğimiz afalina ve tırtak sürüleri gibi… Eğer göremezsek bile, bu da bizim için gerçek bir sorun teşkil etmemeli ve hayvanları doğalarından koparmak, ömür boyu dört duvar arasında tutsak etmek için bir gerekçe olmamalı. Bir kar leoparı, mavi balina ya da bir panda görme olasılığımız ne ki?

İnsanlık, bazı şeyleri “sahip olmadan” sevmeyi ve her canlının yaşamına, doğal yaşam ortamına saygı duymayı öğrenmeli. Hayvanları tanımak ve doğayla bütünlüğümüzü anlamak için sayısız kitap ve belgeselden faydalanabiliriz. Artık bilgi ve her türlü medya elimizin altında. Esareti değil, özgürlüğü teşvik eden araç ve yöntemleri desteklemeliyiz.

Yunus parklarında çocukların yunusları ve deniz memelilerini tanıma şansı yok mu?

Kesinlikle yok.  Deniz memelileri, doğal ortamlarında gürültülü müzikler eşliğinde resim yapıp “göbek atmazlar”. Çocukların parklarda gördüğü hayvanlar, tıpkı hayvanat bahçelerinde ve hayvanlı sirklerde olduğu gibi, açlıkla terbiye edilmiş, yaşamak için ihtiyacı olan balığı alabilmek için normal koşullarda asla yapmayacağı hareketleri yapmak zorunda bırakılan tutsaklardır. Günde 50-60 km yüzmek isteyen canlılar, küçük havuzlarda acıyla çırpınmaktadır. Çocuk ya da yetişkin, kimsenin bu parklarda deniz memelilerini tanıyabilmesi mümkün değildir. Bu tür bir “eğitim”, “hayvan ve doğa sevgisi” anlayışı bakım verenler, öğretmenler ve okullar tarafından desteklenmemelidir.

Yunuslar gerçekten gülüyor mu?

Hayır. “Yunusların yüzündeki gülme ifadesi, doğanın en büyük aldatmacasıdır” (*). Aynı zamanda yunus parkı işletmecilerinin…

Bu, yalnızca anatomik ve fizyolojik bir özelliktir: Özellikle gösteri merkezlerinde tutsak edilen afalina türü yunuslarda ve “beyaz balina” adıyla bilinen belugalarda alt çene, üst çenenin bir miktar önündedir ve ağızlarının üst kısmı yukarı doğru kıvrıktır. Bu nedenle yunusların sabit, değişmeyen bir gülüşü olduğu sanılır.

Ancak bu ifade, insanlarda olduğu gibi, yunusların ruh haline göre değişmez!

Maalesef yunuslar, mutsuz ve stresli olduklarında, parklara götürülmek için ailelerinden ve denizlerden koparıldıklarında, gösteri ve sözde yunus terapisi eğitimleri sırasında aç bırakıldıklarında, sonrasında ölü balıkla ödüllendirildiklerinde, hatta ölüm anında bile, anatomik yapıları nedeniyle, yüzlerindeki o ‘gülümseme ifadesi’ni taşımak zorunda kalırlar.

Sadece biz, bu süreçleri görmediğimiz için, onların gösteriler sırasında çemberlerden atladıklarında, top peşinde koşturduklarında, üzerlerine ve yüzgeçlerine sözde eğitmenler ve yüzlerce insan çullandığında, tırnak izlerini bıraktıklarında dahi mutlu olduklarını düşünürüz. Bizi yanıltan o gülümseme ifadesi yüzünden…

(*) Richard O’Barry – The Cove belgeselinden: “The dolphin’s smile is nature’s greatest deception.”

Ölü balıkla beslenen tutsak yunuslar sağlıklı olabilir mi?

Hayır! Yunuslar, doğal yaşam ortamlarında avcı hayvanlardır ve zamanlarının yarısını avlanarak geçirirler. Bu süreç, doğal yaşam döngüsünün önemli bir parçasıdır ve yunuslar için doğal bir egzersizdir. Yunusların büyük oranda toplu avlandığı düşünüldüğünde, sosyal örgütlenmenin edinilmesi açısından da önemli bir aşamadır.

Ancak gösteri merkezlerindeki yunusların avlanma, dolayısıyla hareket etme ve sosyalleşme şansları yoktur!

Ölü ve dondurulmuş balıkla beslenen yunuslar, türlü hastalıklar ve psikolojik sorunlar nedeniyle, balıkların içine yerleştirilmiş vitamin, mineral ve ülser haplarını da beraberinde yutmak zorundadırlar. Birçoğu da neredeyse daimi olarak hasta olduğundan sürekli antibiyotik almak durumunda kalırlar.

Verilen ilaçlar ve ölüm oranları göz önüne alındığında, yapay ortamlarda hazır besinlerle yaşamaya zorlanan yunusların sağlıklı olmaları, iddia edildiği gibi diğer insanlara “sağlık ve tedavi sunmaları” beklenemez.

Hatta aksine, yunusla terapi ve yunus gösterileri gibi ticari faaliyetlerin sunulduğu tesislerdeki kaza ve ölüm riskleri ile zoonotik bulaşıcı hastalıklar sebebiyle hekimler ve akademisyenler insanları bilimsel veri ve araştırmalar ışığında uyarmaya devam etmektedir.

Yunuslar kaç yıl yaşar?

Doğal ortamında yunusların yaşam süreleri 25-35 yıl civarındadır. Kesin bir rakam olmamakla birlikte elde edilen veriler, yunus parkları gibi ortamlarda esaret altında yaşayan yunusların, bu ortalamanın çok altında yaşayabildiğini tespit etmiştir. Yunusların, belirlenen ortalama yaşam süreleri 5 yıla düşmüştür.

“Dolphin Project Europe”un 1996 tarihli araştırması, av ve yakalanma sonrasında hayatta kalabilen yunusların %53’ünün, 90 gün içinde öldüğünü ortaya koymuştur. Aynı zamanda rapor; her 7 yılda bir, esaret altındaki yunusların yarısının, yakalanma sonrası stres, zatürre, bağırsak enfeksiyonu, ülser, klor zehirlenmesi gibi nedenlerle yaşamını yitirdiğini belirtmiştir.

“Oceanic Preservation Society” verilerine göre; San Antonio’daki SeaWorld deniz parkında, esaret altında doğan bir yunusun ortalama yaşam süresi 4 yıldır. San Diego’daki SeaWorld’deyse, 25 yıl içinde 24 yunus zatürreden yaşamını yitirmiştir.

2010 yılında, Alanya’daki bir yunus gösteri merkezinde art arda gerçekleşen 4 yunus ölümünün, esaret altındaki yunusların yaşam süresi ortalamalarını düşüreceği kesindir! Aynı şekilde Marmaris Onmega Yunus Terapi ve Gösteri Merkezi’nde de 1-1,5 yıl gibi bir sürede en az 5 yunusun öldüğü bilgisi ortaya çıkarılmış, basına yansımıştır. Medyaya yansımayan ve bu tesislerce örtbas edilen ölüm oranları nedeniyle, doğru rakamlar hiçbir zaman elde edilemeyecektir.

Tutsak bir yunus için “uygun havuz büyüklüğü” var mıdır?

Hiçbir havuz, etrafı tellerle veya ağlarla çevrili hiçbir alan, denizde dahi olsa, yunusların ve diğer hayvanların doğal yaşam ortamlarının yerini tutamaz ve tutmamalıdır. Bu standartların tartışılması, özgürlüğü hedefleyen hak temelli değil, sömürünün devam etmesine neden olacak ve esareti normalleştiren refah temelli argümanların devam ettirilmesi anlamına gelir.

Bu gerçeğe rağmen, dünya çapında ülkeden ülkeye, türden türe değişen ve bazı ülkelerin mevcut mevzuatı içinde yer alan havuz standartları vardır. Bu standartlar, havuzun içine çizilebilecek en büyük dairenin çapının 7 ila 15 m, derinliğin ise 5 ila 12 m arasında değişebildiğini gösterir. Bahamalar’dan Arjantin ve İtalya’ya kadar birçok farklı ülkede, kabul edilmemesi gereken “standartlar” oluşturulmuştur.

Yunuslar saatte 60 km’ye varabilen bir hızla yüzerler, 30 metre derinliğe kadar inebilirler ve günde 128 km mesafe katedebilirler. Hiçbir havuz, bu kadar geniş olamaz ve hiçbir standart onlara bu özgürlüğü sağlayamaz.

Dört duvar arasına kapatılan yunusların ve diğer hayvanların en sık yaptığı hareket, stres belirtisi olarak tanımlanmış, art arda tekrarlanan, dikey biçimde suya girip çıkma eylemidir. Suda sıklıkla sabit ve hareketsiz kalmaları da, yunusların sıkıntılı ve mutsuz olmalarıyla bağlantılıdır. Çünkü gösteri ve sözde terapi havuzlarında, yunusların hızını ve katettikleri mesafeleri karşılayabilecek “yeterli” alanları yoktur. Buna zoochosis denir ve hayvanat bahçeleri ile hayvanlı sirklerde de yaygın görülen psikolojik bir soruna işaret eder.

 

Yunus Terapisi gerçek ve efektif bir metot mudur?

Yunus Terapisi veya Yunusla Terapi (DAT – Dolphin Assisted Therapy), “sağlamcı” bir yaklaşımla katılımcılarına canlı tutsak yunuslarla birlikte yüzme veya etkileşime girme olanakları sağlamak suretiyle “hastalıkların ve gelişimsel bozuklukların” tedavisinde popülaritesi her geçen gün artan bir seçenek olarak sunulmaktadır. Yunus Terapisine ilişkin iki incelemede (Marino ve Lilienfeld [1998] ve Humphries [2003]) bu girişimin etkinliğine ilişkin güvenilir bilimsel kanıtların olmadığı sonucuna varılmıştır. Hekimler, uzman kuruluşlar ve psikiyatrlar, yunusla terapi adı altında sunulan ticari faaliyetlerin umut tacirliğinden ve bir aldatmacadan ibaret olduğunu ifade ederek kaza ve ölüm risklerine dikkat çekmektedir. Daha ayrıntılı bilgi için Bilimsel Veriler bölümümüzü inceleyebilirsiniz.

Yunus parklarındaki yunus, balina ve morsların dişleri sökülüyor, törpüleniyor mu?

Evet. Hayvanların ziyaretçilere ve eğitmenlere verebilecekleri zararı minimumda tutmak, ömür boyu esaretin neden olduğu kronik stres kaynaklı fiziksel tahribatı ve ölüm riskini azaltmak için yapılan bu canice işlem, aşağıdaki örneklerden de görülebileceği gibi, Türkiye dahil olmak üzere dünya çapındaki pek çok yunus gösteri merkezinde rastlanan rutin bir işlem.

Fotoğraf: Dolphin Project

Üstelik özellikle yunuslar bağlamında “tıbbi bir amaçla” yapılmayan bu işlem, 5199 sayılı Hayvanları Koruma Kanunu’nun Yasak Müdahaleler başlığı altındaki 8. maddeye de aykırıdır. Bu maddede, Hayvanların, yaşadıkları sürece, tıbbî amaçlar dışında organ veya dokularının tümü ya da bir bölümü çıkarılıp alınamaz veya tahrip edilemez” denmektedir.

Yunus parkı işletmecileri ve eğitmenler, etik ve hukuki açıdan son derece sorunlu olan bu insanlık dışı uygulamayı örtbas etmek ve ticari faaliyetlerini sürdürebilmek için dişlerin enfeksiyon nedeniyle çıkarıldığını ya da hayvanların henüz genç veya yaşlı olması nedeniyle dişlerinin gelişmediğini veya düştüğünü iddia ederek ziyaretçileri ve kamuoyunu bilinçli bir şekilde yanıltmaya çalışırlar. Oysa diş sökme, törpüleme ve delme işlemi, hatta hayvanların çeşitli organlarını çıkarma uygulaması, esaret endüstrisinin gizlemeye çalıştığı, pek çok bilimsel rapor ve haberle tespit edilip kanıtlanmış gerçeklerden biri.

Fotoğraf: SeaWorld Orlando’da meydana gelen “yunus besleme kazası”

 

Türkiye’den bir örnek vermemiz gerekirse; 2013 yılında uzun süreli mücadelemiz sonucunda kapattırmayı başardığımız Kaş Yunus Parkı’nda tutulan yunuslardan birinin dişleri sökülmüştü.

Kaş’taki ekiplerimizden gelen aşağıdaki fotoğrafı tıkladığınızda dişlere uygulanan bu işlemi net biçimde görebilirsiniz. Sağlık kontrolü taleplerimizi ve başvurularımızı yanıtsız bırakan Tarım ve Orman Bakanlığı (dönemin Tarım, Gıda ve Hayvancılık Bakanlığı) ile Kemer Belediyesi, aylar sonra yunus fizyolojisini bilmeyen bir veteriner tarafından hazırlanan bir raporla yunuslara “sağlıklıdır” raporu vermişti. Bu rapordan iki ay sonra, son derece zayıf olan yunuslardan biri esaret altnda hayatını kaybetti.

Fotoğraf: Yunuslara Özgürlük Platformu – Kaş Yunus Parkı’ndaki yunuslardan biri

Türkiye’den ikinci bir örnek ise, Tom ve Misha adlı yunuslardan.

2010 yılında yerel ve uluslararası sivil toplum kuruluşlarının mücadelesiyle kapattırılan Fethiye Hisarönü’ndeki yunus parkında çekilen aşağıdaki fotoğrafta, yunuslardan birinin dişlerinin (soldaki) törpülendiği ve düzleştirildiği açık bir şekilde görülüyor; özellikle de diğer yunusun dişleriyle kıyaslandığında. Fotoğraf, denetim için görevlendirilen Türkiye’nin az sayıdaki deniz memelisi uzman veteriner hekimlerinden Erdem Danyer tarafından çekildi. Bu iki yunus, iki yıl süren ve Born Free tarafından yürütülen başarılı bir rehabilitasyon süreci sonunda 2012’de yeniden özgürlüklerine kavuştu.

Fotoğraf: Deniz memelisi uzmanı veteriner hekim Erdem Danyer

Dünyadan ise tutsak yunusların dişlerinin törpülendiği veya söküldüğüne dair sayısız örnek var.

Örneğin Bali’de faaliyet gösteren (Endonezya) bir yunus gösteri merkezindeki tutsak yunusların dişleri, Dolphin Project tarafından çekilen aşağıdaki fotoğrafta görüleceği gibi, tamamen düzleştirilmiş.

Aşağıdaki ikinci fotoğraf ise, yine Bali’deki başka bir yunus parkında çekilmiş; yunusun dişlerinin tamamı kökünden çekilmiş. Endonezya’daki bu durum, yalnızca Ric O’Barry ve ekibi tarafından belgelenmiyor; aynı zamanda World Animal Protection’ın kapsamlı Wild Abusement Parks adlı raporunda da kayıtlara geçiyor.

Fotoğraf: Dolphin Project

Bir diğer örnek ise katil balina olarak bilinen orkalardan.

Dünyanın en tartışmalı ve en büyük deniz parklarından SeaWorld ve Loro Parque’de bilim insanlarının yaptığı araştırmanın sonucuna göre, incelenen 29 orkanın %65’inin alt çenelerindeki dişlerde orta ve ileri seviyede tahribat görülüyor. Aynı zamanda yine incelenen orkaların %61’inin dişlerinde (drilling – pulpotomi adı verilen işlemle) delik açılmış durumda. Archives of Oral Biology dergisinde yayınlanan raporda bu acı verici işlem şöyle aktarılıyor: “Dişin içindeki yumuşak dokunun çıkarılması için matkap gibi bir aletle dişe bir delik açılıyor”. İnsanlardaki uygulamanın aksine orkaların dişlerinde açılan bu deliklerin üzeri kapatılmıyor ve dişler zayıflıyor. Burada oluşabilecek bakterileri önlemek içinse deliklerin her gün çeşitli kimyasalarla temizlenmesi gerekiyor.

Fotoğraf: University of Otago

Dişlerdeki sinirleri etkileyen ve büyük bir acı veren pulpotomi işleminin yapılma nedeni ise, esaretin hayvanlar üzerinde meydana getirdiği fiziksel ve psikolojik tahribat. Uzmanların gözlemlerine ve sayısız bilimsel makaleye göre törpülenme ve sökülme dışında, dişlerde oluşan bu tahribat, ömür boyu esaret altında, kısıtlı bir alanda ve farklı bireylerle aynı havuzda hapsolmanın getirdiği kronik stresten de kaynaklanıyor. Ölü balıklar arasında sakinleştirici ve ülser hapları yutturulan tutsak yunus ve balinalar, çaresizlik, depresyon ve uzun süreli sıkıntı hali nedeniyle beton havuzlara, metal kapılara veya tel kafeslere sürekli olarak dişlerini ve ağızlarını sürterek dişlerin tahrip olmasına neden oluyor. Diş tahribatı ve enfeksiyonları, araştırmacılara göre yunus ve deniz parklarındaki orka ölümlerinin en önemli nedenlerinden biri (Kasatka adlı balinanın ölümü, 10 yıla yayılan bir diş enfeksiyonu sonucu gerçekleşti). Aynı zamanda hayvanların bağışıklık sistemini oldukça zayıflatan bir süreç olan kronik antibiyotik tedavisinin de uygulanma nedeni. Orkalardaki genel diş tahribatı doğal yaşam ortamlarında da zaman zaman görülebiliyor, fakat bu gerileme çok daha uzun bir sürede gerçekleşirken, aynı zamanda daha simetrik bir biçim alıyor. Esaret altındaki orkalarda ise asimetrik, düzensiz ve yıkıcı bir yapısı var.

Fotoğraflar: Seaworldofhurt.com

Yunus parkları ve tematik akvaryumlardaki bu rutin ve acılı işlem için bir diğer örnek ise morslardan.

Türkiye’deki yunus parklarından birkaçında (İstanbul Dolphinarium ve Bodrum Dolphin Park) gösteriye zorlanan deniz memelisi türlerinden biri olan morsların bilimsel adında yer alan Odobenus, Latince’de “dişleri üzerinde yürüyen” – “toothwalker” anlamına gelir. Genellikle erkeklerde 1 metreye, dişilerde 80 santimetreye ve 5.5 kg’ya varabilen dişler, buzlara tırmanmak, kendilerini kutup ayıları gibi yabani hayvanlardan ve diğer morslardan korumak için kullanılır. 15 yıl boyunca büyümeye devam eden bu dişler, yavrularda altıncı aydan itibaren çıkmaya başlar ve 14 aylıkken görülür bir hale gelir.

Ancak esaret altındaki birçok morsun dişleri yoktur; dişler ya kısacık kesilmiş ya da tamamen çekilmiştir. Bu korkunç operasyonun “görünürdeki” nedeni, Türkiye’deki işletmecilerin de savunduğu gibi, “çürüyen, apse yapan dişlerin sökülmesidir”. Gerçek nedeni ise; aynı havuzda veya kafeste tutuldukları diğer hayvanlara, eğitmenlerine ve kendileriyle fotoğraf çektiren çocuklara ve ziyaretçilere fiziksel zarar vermemeleri, havuzlardaki sert zeminde uzun dişlerini daha fazla incitmemeleri ve hayvan tacirlerini daha fazla maddi zarara uğratmamaları içindir. Eğitmenler ve park sahipleri, aynı zamanda, örneğin gösteri yaptırdıkları mors yavru olduğu için henüz dişinin çıkmadığını size söyleyebilir; yukarıdaki gerçekler ışığında bu yanıltıcı söylemlere inanmayın.

Konuyla ilgili bir mors eğitmeninin anekdotunda, sıkıntı ve yalnızlık sonucu agresif davranışlar gösteren genç morsun, eğitmenlerin güvenliğini riske attığı, bir süre sonra da dişlerindeki enfeksiyonun tespit edilerek daha fazla diş kaybına neden olmamak amacıyla dişlerin yerinden çıkarıldığı anlatılıyor: “Ergenlikle birlikte hormonlar da devreye girdi. E.T.’nin eğitmeni artık onunla şovlara çıkmamaya başladı çünkü beklenmedik agresyon davranışları göstermeye başlamıştı. Bu da bakıcının güvenliğini riske atıyordu. (…) Henüz genç bir mors iken E.T.’nin bakteriyel enfeksiyona maruz kalan dişleri söküldü. Daha büyük kayıplar yaşanmaması için günlük diş hijyenini rutine bağladık.” 

Son olarak doğrudan deniz memelileriyle bağlantılı olmasa da esaret endüstrisinin rutin uygulamalarından birini gözler önüne seren Türkiye’den bir örnek daha var: Vatozların iğnelerinin sökülmesi. 

2010 yılında Balıkesir Akçay’daki “Aile Çay Bahçesi – Köpekbalığı Havuzu”nda tutsak edilen vatozların insanlarla temas edebilmesi ve insanlara zarar vermemesi için zehirli iğnelerinin söküldüğünü basından öğrendik. Ulusal mevzuatımızda yer alan maddeler doğrultusunda, aynı zamanda köpekbalıklarını da küçücük bir havuzda tutan ve insanlarla yüzmeye zorlayan bu tesise ceza uygulanmasını ve tesisin kapatılmasını pek çok kez talep etsek de, yetkili kurumlar yine harekete geçmedi, mevcut kanunları uygulamadı. Üstelik başvurularımız sonucu tesise gönderilen (sözde) bilirkişi raporunda da şu ifadelere yer verildi: “İğneli Vatozların Keratin yapısında olan iğne uçlarının alınmasının insan tırnağı kesimi ile aynı olduğundan hayvana acı vermediği.” 

Çeviri ve derleme: Yunuslara Özgürlük Platformu

Sitemizdeki bu içerikler, Yunuslara Özgürlük Platformu kaynak gösterilerek bağlantısıyla birlikte kullanılabilir, alıntı yapılabilir.

İlgili İçerikler

Tutsak orka, başını metal kapıya vururken görüntülendi

Kronik stres tutsak orkaların hastalanmalarına ve erken ölümlerine yol açıyor

Kaza ve Ölümler: Deniz Memelilerinin Esaret Altında Oluşturdukları Tehditlerin Kronolojisi

Uzmanlar ve doktorlar konuştu: “Yunus terapisi yasaklanmalıdır”

Yunuslarla Etkileşim Terapisi – Prof. Dr. Gönül Kırcaali İftar (+EN)

Yunus çocuğu ısırdı, eğitmen yaralandı

Yunus çocuğun elini böyle ısırdı

Vahşi yaşam parkındaki tutsak deniz aslanı çocuğa saldırdı