12.01.2014 – Evrensel Gazetesi
Modern siyasi ve ekonomik sistemlerin yansıması olarak mal statüsünde, aşağı sınıflardan mahluklar olarak gördüğümüz (tutsak) hayvanlara dair (a)normallikler…
Yazı: Öykü Yağcı
Çok değil, bundan yaklaşık altı ay önce “Sahibinden ev fiyatına satılık zürafa” manşetleri gazetelerin sayfalarını süslemiş, AOÇ Hayvanat Bahçesi’nde barınak sorunu ve hayvan popülasyonunun artması gerekçeleriyle zebradan kaplana kadar onlarca hayvan fiyat listeleriyle birlikte satışa sunulmuştu. Bir yıl önce de Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Melih Gökçek hayvanat bahçesine kutup ayısı getireceğini açıklamış ve artık doğada görüntülenmesi bile zor olan, nesli tükenmekte olan bir kutup bölgesi hayvanının kurak bozkırdaki olası tutsaklığını bir anda hayatımıza sokmuştu.
Bodrum Belediye Başkanı Mehmet Kocadon’un imzasıyla Bodrum’daki yunus gösteri merkezine verilen çalışma ruhsatında işletmenin ana faaliyet konusunun “içkili lokanta”, tali faaliyetinin ise “yunus gösteri merkezi” olması haberlerde yerini bulmuş ama ne ilginçtir ki hukukta bulamamıştı.
Garip bir şekilde bundan birkaç yıl önce, protestolar arasında kendisine “En Hayvansever Başkan” ödülü verilen İBB Başkanı Kadir Topbaş da, belediye olarak sahibi oldukları ve Ruslara birkaç on yıllığına kiraladıkları Eyüp’teki yunus gösteri merkezinin açılışı sırasında, ağzında kırmızı bir topla hazırolda bekleme pozu verdirilen yunuslarla alkışlar arasında kameralara güleç pozlar vermişti.
*
Bu ve buna benzer içeriklerde gazeteciler ve okuyucular olarak biz, çoğu zaman, anatomilerini zorlayan hareketler ve bünyelerinin kabul etmediği besinler gibi türlü anormalliklere zorlanan ve zamanla bunlara alıştırılan hayvanların, ticari çıkarlar uğruna doğal yaşam ortamlarından koparılmış birer tutsak olduğuna, bu hayvanlara yalnızca birer nesne muamelesi edildiğine odaklanmıyoruz.
Bunun temel nedeni, hayvanları insan kullanımı için yararlı kaynaklar olarak görmemiz ve bunun “yalnızca bir uzantısı olarak” da, sözde eğitim, eğlence ve bilimsel araştırma gibi kabul edilmiş amaçlar çerçevesinde, sirkler, yunus gösteri merkezleri ve hayvanat bahçeleri inşa ederek bu mülkiyet zihniyetini hayatımıza sokmamız.
*
Ölümle cezalandırılmış ve sirk trajedilerinin bir sembolü haline gelmiş olan “Tyke” adlı 20 yaşındaki Afrika filinin kaderi, milyonlarca tutsak hayvanınki gibi bu bakış açısının sonucu olarak şekillendi. 20 Ağustos 1994’te Hawaii’deki sirkten kaçmaya çalışırken eğitmenini öldüren ve bakıcısını ezerek hırpalayan fil, 30 dakika boyunca panik halinde sokaklarda koşturdu. Kısa süreli özgürlüğün sonunda bedenine saplanan 86 kurşuna dayanamayarak yere yığıldı.
2004’te Dallas Hayvanat Bahçesi’ndeki beş metrelik duvardan kaçmayı başararak dört kişiyi yaralayan “Jabari” adındaki dağ gorili de, sıkıştırıldığı “Afrika’nın Yaban Hayatı” sergi alanında SWAT polisleri tarafından vurularak 13 yaşında hayata veda etti.
“Dünyanın en yalnız orcası” olarak bilinen ve 1983’te İzlanda kıyılarından yakalanarak Amerika’da esarete mahkum edilen “Tilikum” adındaki katil balina ise, bir ziyaretçinin ve iki eğitmenin ölümüne neden olmasına rağmen şu anda hala hayatta ama gerçekte, diğer tutsak hayvanlar gibi yaşayan bir ölü. Kamuoyunun ve sivil toplum kuruluşlarının geniş bir deniz alanında koruma altına alınması çağrılarına kulak asmayan dünyanın en tartışmalı deniz parklarından Sea World, hayvanların kaderini belirleyecek güce sahip bir patron edasıyla, Tilikum’un izole bir havuzun içine hapsedilmiş bir şekilde tek başına ölümü beklemesini yeğliyor.
Yine Türkiye’den örnekler vermek gerekirse…
Bundan üç yıl önce ASKİ’de tutulan dokuz sirk ayısının yangında boğularak öldüğü olayda, “yabani hayvan sahiplerine” ekonomik kaybın telafisinin sağlanacağına dair verilen maddi destek sözü, haberle ilgili gündemdeki tek ayrıntıydı.
2010’da Alanya’daki bir yunus gösteri merkezinde dört yunus art arda hayatını kaybetti. Yapılan resmi başvurular sonunda bakanlıklardan gelen yanıt, yunusların hepsinin zakkum yaprağı yutarak zehirlenme sonucu öldüğüydü. Bir Türkiye gerçeği olarak, tüm baskılara ve mevzuat yükümlülüklerine rağmen tesis sorumlularına hiçbir hukuki yaptırım uygulanmadı ve uluslararası hayvan ticareti yoluyla kendi malları haline getirilen çeşitli deniz memelileri ve egzotik türlerle gösteri devam etti.
2011’de Eyüp’teki yunus gösteri merkezinde “Sarah” adı verilen bir morsun açık yaralarıyla gösteri yaptığı fotoğraflar, Yunuslara Özgürlük Platformu tarafından basına verildi. Suç duyurularını takiben gelen izleme-denetleme raporunda morsun sağlık durumunun değil, işletmenin değerlendirildiği ortaya çıktı. Değerlendirme ise, “geçici bakımevi” statüsü kriterleri çerçevesinde yapılmış ve “yunuslar sağlıklıdır” diye altına imza atan veterinerin uzmanlığı belirtilmemişti.
2013’ün Ağustos ayında gösteri merkezinde ölümü gizlenen bir yunusun haberi de Kemer’den geldi. www.yunuslaraozgurluk.com üzerinden fotoğraflarla dişlerinin tahrip olduğu kanıtlanan ve Mayıs’tan itibaren üç kez diğer yunuslarla birlikte uzman deniz memelisi veterinerlerince sağlık kontrolü yapılarak koruma altına alınması talep edilen yunus, ihmalkarlık nedeniyle öldükten sonra, diğerleri gibi yalnızca bir istatistik olarak kayıtlara geçti.
Türkiye’deki iki hayvanat bahçesinde eğitim-öğretime ve pazar gezmesine gelen ziyaretçiler tarafından başlarına atılan taşlar nedeniyle ölen ve yaralanan timsahları, insanların attığı poşetleri yuttuğu için hayatını kaybeden zebrayı, İstanbul Florya’daki akvaryumda flaşlar nedeniyle ölen yüzlerce balığı ve Akçay’daki “aile çay bahçesi”nde insanlarla aynı havuzda yüzebilmesi için iğnesi koparılan vatozları ve bu ölümlere karşı harekete geçmeyen kamu kurumlarını unutmayalım…
*
İşte bunlar hep, hayvanlar üzerinde hak iddia etme cüretini gösterdiğimiz ve onların özgürlüğünü, yaşamlarını ellerinden alma konusunda sınırsız inisiyatif kullanabileceğimize inandığımız için oluyor!
Bu hayvanlardan beklentilerimiz o kadar yüksek ki, belgesellerde izlediğimiz özgür leoparların hayvanat bahçelerinde güçlü bir kükremeyle çocukları ve bizi karşılamasını, doğal yaşam ortamındaymışçasına dişlerini ve heybetini büyük ve beklenmedik manevralarla bize göstermesini bekliyoruz. Kısaca “normal” davranmasını istiyoruz. Ama onu nedense “makul hareket serbestisi” olarak adlandırılan daracık bir alanda bir köşede sinmiş, tek bir noktaya bakar halde ya da dış dünyadan kopuk bir şekilde kafesin içinde durmaksızın rutin daireler çizerken, ileri-geri volta atarken, başını sağa sola sürekli sallarken görmeyi istemiyoruz. Hayal bile edemiyoruz. Hatta birçoğumuz zihnen hastalıklı hale getirilmiş, ruhen çöküntüye uğramış bu hayvanların sakinleştirici haplarla bu hale getirildiğini, strese karşı ülser ilaçlarıyla desteklendiğini ya da dayaktan ve beladan uzak durmak için boyun eğdiğini bilmiyoruz.
Belki de her şeyden önce esaretin hayatımızda nasıl kanıksandığını, normalleştirildiğini düşünmemiz gerekiyor. Yani bugün norm haline gelen hayvan tutsaklığının -sömürüsünün- nasıl bu kadar güçlendiğini, kendimizin bir parçasıyla nasıl bu denli bütünleştiğini ortaya çıkarmamız lazım. Bu hayvanların nereden, nasıl getirildiklerini, esaretin ve üzerlerinde hakimiyet kurmak için uygulanan şiddetin onların hayatlarını nasıl değiştirdiğini, onlara ne tür acılar verdiğini ve onları nasıl onulmaz bir strese ve nihayetinde ölüme sürüklediğini sorgulayabilmeliyiz.
Ziyaretçiler/izleyiciler olarak yüksek beklentilerimize karşılık vermeyen, bir şekilde normdan saparak eğitmenler/işletmeciler tarafından şiddet ve açlıkla cezalandırılan tutsak hayvanları özgürleştirmek için öncelikle bizim belirlenen bu normlardan çıkmamız gerekiyor. Bu soruları sormayı bıraktığımız ve çocuklara gerçekleri anlatmadığımız anda, tel kafesler veya beton duvarlar ardında çürümeye bırakılmış o yalnız ruhlara bizzat işkence eden biz kendimiz olacağız; normal olmayanı normalleştirmelerine izin vermiş olacağız.
*
İnsanın, keyfi ve bilinçsiz bir şekilde, üstünlük yanılgısıyla, hatta bilim, eğitim, alışkanlık ve kültürel kalıntı kisvesi altında para hırsı ve açgözlülüğü nedeniyle hala yüzü kızarmadan sürdürdüğü bu kitlesel kıyımlara sessiz kalmamak, gerçekte bir hayvan olan insanı türler arası sözde hiyerarşide en üst seviyeye yerleştiren geleneksel “tür rolleri”ni altüst ederek zulme karşı durmak elimizde.
Hayvanlarla birlikte her şeyin ticarileştiği bu bozuk dünya düzenin bir parçası olmamak için doğaya, hatta evrene dair standartlaştırılmış bakış açımızı değiştirmeye hazırsak, “normal” olanı kabul etmek istemediğimizi de bağırabilmeliyiz.
Çünkü devamında bizden saklanan korkunç gerçeklerle birlikte hikayeyi bütünüyle anlatabileceğiz. İnsan olarak sahip olduğumuza, bize bahşedildiğine inandığımız ayrıcalıkların, gerçekte olma biçimleri ve doğal haklar olduğunu ve yalnızca bize ait olmadığını anlayabileceğiz.
Hayvanların ahlaki statüsüne gösterdiğimizi iddia ettiğimiz saygının, onlara uyguladığımız gerçek muameleyle çatışma içinde olmayacağı günlerin gelmesi dileğiyle…
Yunuslara Özgürlük Platformu