İnsan Zulmüne Dayanamayan Tutsak Hayvanların Kısa Tarihi ve Makûs Talihi
Aslında onların isimleri yoktu. En azından insan dilinde… Ta ki biz insanlar, kendi kişiliklerini ve varoluş nedenlerini en acımasız yöntemlerle ellerinden alıp onları evlerinden ve ailelerinden çok uzaktaki karanlık dünyalarda ömür boyu tutsak edene kadar…
18.01.2015 – Evrensel, Öykü Yağcı
Gerçekten kurguya, kurgudan gerçeğe
Yönetmenliğini Terry Gilliam’ın yaptığı efsanevi bir distopya, bilim kurgu ve kıyamet sonrası filmi olan 12 Maymun’un, müziği, görselliği ve yarattığı etkiyle bazılarımız için en akılda kalıcı sahnelerinden biri, tutsak hayvanların hayvanat bahçesinden sürüler halinde kaçıp Philadelphia sokaklarında kaos yarattığı bölümdür. Dünyadaki insan nüfusunun kökünü kurutmaya kararlı ölümcül bir virüsün etkilerinden korunabilmek için yer altında koloniler halinde yaşamaya başlayan insanların mücadelesinden yola çıkarak başlayan filmin ilk karesinde şu yazar: “1997 yılında öldürücü bir virüs yüzünden 5 milyar insan ölecek. Hayatta kalanlar gezegenin yüzeyini terk edecek. Hayvanlar yine dünyanın hâkimi olacak…” Esaretten kaçış sahnesini işte bu egemenlik döneminin başlangıcı sanırsınız. Ama henüz zamanı gelmemiştir…
21. yüzyılın ilk yarısında bile bu tür bir kehaneti bizzat yaşar mıyız bilinmez ama Maymunlar Cehennemi: Şafak Vakti’ndeki Koba adlı şempanzenin buna katkıda bulunamayacağı kesin. Filmde, yine insan nüfusunun çoğunu silip süpüren bir virüs olan “Simian Flu”nun insan medeniyetinin izlerini yavaş yavaş ortadan kaldırdığı bir dönemde, maymun ulusunun Muir ormanlarında yeniden özgürlüklerini sürdürmeye çalıştığı bir zaman dilimine şahitlik ediyoruz.
Gençlik yıllarının çoğunu laboratuvarlarda geçiren şempanze Koba ise, insanların ona çektirdiği acıların ve üzerinde uyguladıkları deneylerin tüm izlerini vücudunda ve ruhunda taşıyan, öfkeli bir şempanze olarak resmediliyor. Filmin sonlarına doğru artık geçmişte yaşadıklarının intikamını insanlardan almaktan çok, birden artan hırslarına ve egolarına yenik düşerek en yakınlarını öldüren bir maymuna dönüşüyor ve liderlik mücadelesi sırasında hayatını kaybediyor.
Film boyunca Koba’nın bugün hayvan deneylerinde uzuvları kesilen, sakat bırakılan, vücutlarına ağrılar veren ilaçlar zerk edilen milyonlarca isimsiz Koba’yı temsil ettiğini düşünürken, bir anda insanlaştırılması ve “ölmeyi hak edecek” noktaya getirilmesi, bir anlamda hayvan sömürüsüne dair aşinalığı olmayanların, gerçekleri, onların insan tahakkümü altında yaşamak zorunda bırakıldıkları gaddarlıkları içselleştirmelerini engelliyor.
Oysa gerçekte insan vasıflarına bürünmek zorunda kalmadan özgürlüklerinin iadesini talep eden yüzlerce, belki binlerce hayvanın başlı başına bir geçmişi, az istisnalı makûs bir talihi var. Onları, olmalarını istediğimiz şekillere zorla soktuğumuzda, çok da uzun olmayan ömürleri boyunca doğal olmayan davranışları onlara metazoriyle yaptırmaya çalıştığımızda ve hayatlarının bir kâğıt parçası kadar bile değeri olmadığını düşündüğümüzde, aldığımız biletler ve satın almak için saydığımız paralar onların çıldırarak ölümüne neden oluyor.
İşte dünyadan ve Türkiye’den, insan zulmüne maruz kalan hayvanların acıyı sonlandırma, yeniden özgürlüklerini elde etme ya da bilinçli bir şekilde kendilerine eziyet edenlerden intikam alma amacıyla ortaya koydukları direnişlerin ve şiddetten kaçış öykülerinin kısa tarihinden acı örnekler…
87 kurşunla yere serilen özgürlük: Tyke
20 Ağustos 1994’te sokak ortasında ölüm cezasına çarptırılarak 87 kurşunla hayatına son verilen Tyke adlı fil, acımasız bir tuzakla ailesinden çalındıktan sonra ömrünü hayvanlı sirklerde geçirmişti. İzleyicilerin göremediği perdelerin arkasındaki o ufacık beton duvarların arasında, cesaretini kırmak ve tutsaklığını kabul ettirmek için durmaksızın dövülüyor ve kırbaçlanıyor, “bullhook” adı verilen kancalı sopalarla derisi oyulup elektrik veren çivili çubuklarla itaate zorlanıyordu. Bacaklarına geçirilen zincirler, bileklerini sıkan tasmalar ise, ona işkenceden kaçma şansı bile tanımıyordu. 1988’de ABD Tarım Bakanlığı raporuna geçen bir olayda Tyke halka açık bir alanda eğitmeni tarafından o kadar çok dayak yemişti ki, çığlık çığlığa ön ayakları üzerine çökmesi resmi şikâyette bulunulmasına neden olmuştu. Eğitmeni, sorgulama sırasında onu “terbiye ettiğini” söylemişti.
Bu olaydan 15 yıl sonra Tyke, iki kez sirkten kaçmayı denemiş ama başarısız olmuştu. 1994’teki son olayda, 20 yıllık esaretin o kırılma noktasında Tyke, son direniş hamlesini yaptı. Seyircilere veya çevredekilere yönelmek yerine, önce bakıcısını hırpaladı ve hemen ardından bilinçli bir şekilde eğitmenine yönelerek, yıllardır kişiliğini sıfırlayan işkencecisini ayakları altında ezerek oracıkta öldürüp Honolulu sokaklarında özgürlüğünü aradı. Yalnızca 30 dakika sürebilen bu hüzünlü deneme, çevresini saran polislerin tüfeklerinden vücuduna saplanan mermilerle yarım kaldı. Son nefesini verirken bile Tyke’ın başında, kurşunların delip geçtiği süslü sirk şapkası vardı. O şapkanın altında ise, bir zamanlar sürüsüyle birlikte koskoca kıtayı arşınlayan ve ayakları asfalt yerine toprağa basabilen isimsiz bir Afrika fili vardı.
Thomas Edison’un elektrik akımıyla haşlayarak öldürdüğü Topsy adlı Asya fili ise, New York’a gizlice sokulduktan sonra gösterilere zorlanmış, bu süre içinde son derece hassas olan hortumunda yanan sigara söndüren bir izleyiciyi öldürmüş ve birkaç kez de saldırma olaylarına karışmıştı. Suçlu bulunarak ölüme mahkûm edilen Topsy’ye, 4 Ocak 1903’te önce zehir yutturuldu, ardından bedeni iplerle sıkıca bağlandı ve elektrikle idam edildikten sonra asılarak kamuoyunun takdirine sunuldu. Bugün Topsy’nin trajedisini ve kaderini paylaşan yüzlerce tutsak hayvan var.
Beton havuzlara hapsedilen benlik duygusu: Tilikum
Katil Balina (orca) Tilikum, esaret altındaki deniz memelilerinin karşılaştığı sayısız sağlık sorunlarını ve sosyal problemleri en ağır şekliyle yaşayan, masum bir esir. 1983’te İzlanda sularında diğer iki katil balinayla birlikte yakalanan Tilikum, yaklaşık 7 metrelik boyu, 5.400 kg’luk ağırlığıyla esaret altındaki en büyük orca. Aynı zamanda biri eğitmeni Dawn Brancheau olmak üzere toplam 3 kişinin ölümünden, pek çok kişinin de yaralanmasından “sorumlu tutulan”, SeaWorld deniz parkı tarafından dev bir “sperm bankası” olarak kullanılan bir köle.
30 yıldan fazla süren tutsaklık süresince, doğal yaşam ortamında bir günde katedeceği suyun %0.0001’ini alacak kadar ufak bir beton havuza kapatılan Tilikum’u gerçek bir katil olmaya zorlayan ise, benlik ve farkındalık algısı çok yüksek bir hayvan olarak baş etmekte zorlandığı stres ve yalnızlık. Tilikum, aşırı sıkıntı ve gerilimden kaynaklanan davranış bozukluklarıyla hem insanlara ve zamanında aynı havuzları paylaştığı diğer orcalara, hem de kendine zarar verirken, tutsak hayvanların büyük bölümünde görülen rutin davranışları sergiliyor. Havuz kenarlarındaki metal kapıları ve havuzun beton kısımlarını tekrar tekrar ısırıp çiğnemeye çalışan Tilikum’un dişleri bugün neredeyse tamamen aşınmış durumda. Doğal yaşam ortamında iki metreye kadar uzayabilen sırt yüzgeci ise, neredeyse esaret altındaki tüm orcalar gibi, fakat neredeyse doğadaki orcaların tamamının aksine, üçgen ve dik değil; aşağı doğru bükülmüş durumda.
İşte 1970’lerden bu yana yalnızca ABD ve Avrupa’daki tesislerde gerçekleşen 70’in üzerindeki ölümle ve ciddi yaralanmalarla sonuçlanan “bildirilmiş” kazalardan yalnızca biri olan eğitmen Brancheau’nun ölümü ne tesadüf ne de münferit bir olay. O gün, havuzun derinliklerine çekerek suda hapsettiği eğitmenden geriye, vücudundaki kırılan kemikler, parçalara ayrılan uzuvlar ve kafa derisi yüzülmüş bir beden kalmıştı. Bu yüzden ki, Tilikum, yaptıklarının cezasını çekmesi ve insanlara daha fazla zarar vermemesi için ölüm vakasından hemen sonra, içinde hareket bile edemeyeceği, diğer orcalar ile iletişim kuramayacağı 9.5 metre uzunluğa, 5.7 m genişliğe ve 2.1 metre derinliğe sahip çok daha küçük bir havuzda yalnız bırakıldı. Yakın zamanda gösterilere yeniden başlasa da, hiçbir zaman eskisi gibi, doğada özgür olduğu gibi mutlu olamadı. Türkiye dâhil olmak üzere dünya çapındaki tüm diğer gösteri merkezleri ise, kamuoyundan gizledikleri bu ölümcül kazaları “kasıt değil ağır tahrik” gibi gerekçelere dayandırarak sorumluluğu üzerlerinden atmaya, insanları ve hayvanları ölüme sürükledikleri gerçeğinin üzerini örtmeye hala devam ediyorlar.
2013’ün Ağustos ayında gösteri merkezinde ölümü gizlenen bir yunusun haberi de Antalya-Kemer’den geldi. www.yunuslaraozgurluk.com üzerinden fotoğraflarla dişlerinin neredeyse tamamen tahrip olduğu kanıtlanan ve Mayıs’tan itibaren üç kez diğer yunuslarla birlikte uzman deniz memelisi veterinerlerince sağlık kontrolü yapılarak koruma altına alınması talep edilen yunus, esaret endüstrisinin öldürdüğü bir başka hayvan oldu.
Olmayan dişleri ve bedenindeki derin yara izleri, artık hayatının geri kalanını gösteri dünyasındaki tutsak yunusları kurtarmaya adayan Flipper’ın eski eğitmeni Ric O’Barry’nın karşılaştığı Big Boy’u (Koca Oğlan) hatırlatıyordu: “Big Boy zamanının çoğunu, kafasını deniz kafesinin tahta giriş kapısına vurarak geçiriyordu. O kadar stres altındaydı ki, uzlaşılmaz, tahmin edilemez, şüpheci ve tehlikeli bir yunus halini almıştı. Kızgınlığı o kadar büyüktü ki, ona asla ulaşamayacağımı anlamıştım. Bu hale nasıl gelmişti? Bu, okyanus dalgalarının, tatlarının ve seslerinin olmadığı, yaşamak için bir nedenin olmadığı bir dünyada yaşamak zorunda olmanın bir sonucuydu.”
“Yabani”den “Vahşi”ye Dönüştürülen Doğa: Tatiana
San Francisco Hayvanat Bahçesi, 2005 ve 2007 yıllarında iki kez Sibirya kaplanı saldırısıyla manşetlere konu oldu. Her iki saldırı da dört yaşındaki Tatiana’ya aitti.İlkinde, ziyaretçilerin önünde besleme yapan hayvan bakıcısı kolunda yalnızca derin bir ısırıkla kurtulmuştu fakat henüz kimse bunun, daha büyük bir şiddetle gelecek olan ikinci saldırının habercisi olduğunu bilmiyordu. 25 Aralık 2007, bir ziyaretçinin öldüğü, 17 ve 19 yaşlarındaki iki kardeşin de ciddi yaralanmalarla kurtulduğu bir gün olarak esir hayvanların özgürlüğe kaçış tarihinde kara bir leke bıraktı. Tatiana, o gün etrafı çitlerle çevrilmiş olan hapishane duvarından zıplayarak kardeşlerden birinin boğazını dişleri ve pençeleriyle yırtıp göğsünde, kafatasında ve omurgasında büyük çatlaklara neden oldu.
Polisin alana gelmesiyle dikkati dağılan kaplan, kaçamayacağı şekilde kıstırıldıktan sonra, panik ve korku halindeyken tek bir ateşle alnından vuruldu ve oracıkta hayatını kaybetti. Kesilen para cezaları ve açılan davalar sırasında kardeşlerden biri, kaplanı tetikleyecek şekilde ona bağırdıklarını ve düşmanca algılanabilecek el-kol hareketleri yaptıklarını itiraf etti.
Fakat onu yabani bir hayvandan vahşi bir hayvana çeviren tek bir neden yoktu. Esaret altındaki hayvanların gösterdiği tipik davranış kalıplarına sahip olan Tatiana da, diğer tutsak hayvanlar gibi, yemeğini aynı alanda yiyor, dışkısını aynı yere yapıyor, uykusunu aynı yerde uyuyordu.
Bu hayvanların dört duvar arasında maruz kaldığı sosyal tecrit, stres, uyaran eksikliği, insan kalabalığı ve sıkıntı, onların durmaksızın kafalarını sallayan, tüylerini yolan, volta atan, kafesleri dişleyen, kendi vücutlarını yalamaktan, ısırmaktan derilerinde yaralar açan ve dolayısıyla anormal davranışlarla kendilerine de zarar veren (SIB) akıl hastalarına dönüşmelerine neden oluyordu.
Esaret endüstrisi ise, kaçak yanıtlar ve yetersiz gerekçelerle bu korkunç gerçekleri görmemizi bir kez daha engelliyordu. Tatiana’yla kendini özdeşleştiren bir sanatçı ise, onun anısını yaşatmak ve olanları unutturmamak için, bu güzel hayvanın Gaudi-vari bir heykelini yaptı ve Tatiana’yı yabana geri gönderemese bile, vahşetten ve şiddet uzak ağaçlarla dolu Telegraph Hill’deki bir alana onun heykelini dikti. Üstelik Belediye Meclisi’nden izin bile alma gereği duymadan…
Özellikle son yıllarda Arap ülkelerinde yaygınlaşmaya başlayan ve adım adım Türkiye’ye kayan egzotik ev hayvanı furyası sonucu hayatını kaybeden hayvanların ve insanların sayısı her geçen gün artırıyor. Çoğu kaçak olarak ülkeye giren kaplan, aslan, ayı gibi büyük yırtıcılardan yılan, timsah, papağan ve geyik gibi farklı türlere kadar pek çok hayvan, doğal ortamlarıyla ilgisi olmayan mekânlarda insanlarla sosyalleşmeye zorlanıyor, insana alıştırılıyor.
Tıpkı, 2011 yılında ABD’nin Texas eyaletindeki bir evin bahçesinde kafesler ardında yaşamak zorunda bırakılan 12 yaşındaki bir dağ aslanının yaşadığı hüzünlü son gibi… Kafese gereğinden fazla yaklaşan dört yaşındaki çocuğun kolunu ve yüzünü yaralayan dağ aslanı, “saldırganlığının ve itaatsizliğinin” karşılığı olarak “uyutuldu” ve başı, gövdesinden ayrılarak kuduz testine gönderildi.
Peki, bu dağ aslanını o evin bahçesindeki kafese kim, neden koydu?
Çaresizlik Kuyusu’nda ruh hastasına dönüştürülen hayatlar: Harlow Maymunları
Psikolog Harry Harlow, insan tarihindeki en acımasız hayvan deneylerinden birine imza atan sevgi takıntılı bir cani olarak, maymunlara bu dünyada cehennemin kendisini yaşattı. “Pit of Despair – Çaresizlik Kuyusu” adı verilen, şefkat, bağlanma ve sosyal tecrit teorilerini irdelediği tüyler ürperten deneyler, dış dünyadan bütünüyle izole ettiği maymunların çıldırması, çoğunun kendilerini açlığa mahkûm ederek intihar etmek istemesiyle sonuçlandı.
12 metrekarelik odalarda annesiz ve tek başına bırakılan bebek maymunlar, korku nesnelerinin devreye girmesiyle parmaklarını emiyor, yere kapaklanıyor ve yinelenen saldırgan davranışlar gösteriyordu.
Bu insanlık dışı deneylere maruz kalan ve psikolojik sağlıklarını kaybeden bebek maymunların, ergenlikte diğer maymunlarla çiftleşmeyi reddetmesi ve anti-sosyal davranışlar sergilemeye başlaması üzerine Harlow, onları çiftleşmeye zorlamak için tecavüz askıları yaptı.
Meslektaşlarından gelen tüm tepkilere rağmen Harlow, maymunları ve haklarını savunanları anlamıyordu: “Maymunları nasıl sevebilirsiniz ki?”
Harlow’un delirttiği zavallı maymunlar ne işkenceden kaçabildi, ne de işkencecisine direnebildi… Bitmek bilmeyen bir korku, stres ve acı içinde yapayalnız öldüler. Yetişkinliğe erişmeyi başaran maymunlar, anne şefkatinden mahrum bırakılan yavrularının başlarını yerlere vura vura önce onları, sonra kendilerini öldürdüler.
Maymunlara yapılan bunca işkence, bize sevgi, şefkat ve bağlanma hakkında ne öğretebilir ki, üzüntü, öfke ve karşı mücadele azminden başka? Hayvanların zekâlarının, haklarının ve varoluş nedenlerinin hor görülmediği özgür bir dünya için…
Çünkü bugün milyonlarca hayvan, tarifi olmayan acılar içinde gözlerimizin önünde yeryüzünden göçüp gidiyor. Hem de onlara yaptığımız kötülükler ve haksızlıklar karşısında, onlara sunduğumuz hiçbir özrü duyamadan, zulmeden insanlara verilmesi gereken hiçbir caydırıcı cezayı göremeden…
facebook.com/yunuslaraozgurluk
Kaynaklar
Fear of the Animal Planet: The Hidden History of Animal Resistance – Jason Hribal
Çaresizlik Kuyusu – Lydia Millet
Yunuslara Özgürlük Platformu www.yunuslaraozgurluk.com
Kaza ve Ölümler: Deniz Memelilerinin Esaret Altında Oluşturdukları Tehditlerin Kronolojisi
Hayvan Özgürlüğü Çevirileri – www.hayvanozgurlugucevirileri.com
The Tiger Next Door
Daily Mail