Denize kapılan “sualtı çöpçüsü”: Hakan Tiryaki

Bir dostumuzu, denizlerin emektar savunucusunu kaybettik. Bu sayfa, Hakan Tiryaki’nin denizler için verdiği emekleri, dostluğunu, fikirlerini ve geride bıraktığı izleri anlatmak için hazırlandı.

2010 yılında hukuki başvurulardan eylemlere kadar gece gündüz çalışarak Yunuslara Özgürlük Platformu’nu beraber kurduğumuz, yunus parklarındaki hayvan esaretiyle ilgili ilk kapsamlı ve sistemli Türkçe içerikleri oluşturduğumuz ve sualtında açtığımız “Havuzlardan Okyanuslara Yunuslara Özgürlük” pankartlarıyla 15 yıllık mücadelemizin ilk adımlarını beraber attığımız arkadaşımız Hakan Tiryaki’yi, 31 Mayıs 2025 tarihinde beklenmedik bir anda ve çok genç yaşta kaybettik.

Hakan, en yoğun ve ümitsiz anlarda dahi nezaketi, alçakgönüllülüğü ve sabrıyla hepimize örnek olan dayanağımız; inatçı, asi ve çılgın doğasıyla zorlu süreçlere beraber girişmekten çekinmediğimiz yol göstericimizdi. Güçlü hikaye anlatıcılığıyla bezediği anılarını zihnimize, yeri göğü inleten kahkahalarını kalbimize kazıdığımız biricik arkadaşımızdı. Biz Hakan’la, her zaman aynı fikirde olmasak da birbirimizin emeğine, niyetine ve ortak mücadelemize gönülden değer veren küçük ama güçlü bir ekip olduk.

Hakan hem dostlarının hem de kendisinin tanımıyla bir “sualtı çöpçüsü”ydü, gerçek bir deniz canlısı, emekçisi ve “çöp kardeşi”ydi. Hakan’ın kurucusu olduğu Sualtı Temizlik ve Bilinçlendirme Hareketi Derneği (STH) aracılığıyla verdiği mücadelesini daha geniş kitlelere aktarmak ve anısını yaşatmak üzere oluşturduğumuz bu sayfayı incelediğinizde, isminin hemen başında geçen bu tamlamaları neden hak ettiğini daha iyi anlayacağınıza eminiz.

Büyük bir şok ve üzüntü içindeyken 1 Haziran’da yaptığımız paylaşımda, 2011’de kaleme aldığı Hayvan Hak(sızlık)ları yazısına atıfta bulunarak, en sevdiğimiz cümleleriyle onu ve mücadelesini anlatmaya çalışmıştık:

“Lüferi korurken horozbinayı görmezden gelebilecek denli kibirden kör olmuş insanlığa nasıl anlatmalı? Sait Faik gibi mi?
Meydanlarda bağırsam, polis kızar.
Sokak başlarında sazımı çalsam, zabıta kovalar.
Nasıl anlatmalı doğanın efendisi değil bir parçası olunması gerekliliğini?
Yaşamın kaynağının kredi kartının alabildikleri değil de gözünüzle göremediğiniz mütevazı planktoncuklar olduğunu?
Doğaya karşı, doğaya hükmeden değil, tıpkı alçak gönüllü bir martı ya da bıçkın bir pavurya gibi doğanın bir parçası olması gerektiğini…”

Instagram will load in the frontend.

Şimdi biliyoruz ki, denizlerden başlayarak tüm ekosistemi etkileyecek şekilde, hayattayken yapmak isteyip yapamadıklarını hayata geçirmek için, aynı idealleri paylaşan insanların, derneklerin ve kurumların yapabileceği çok şey var. Bu nedenle Hakan Tiryaki’yi ve kurucusu olduğu STH’yi tanımanızı istiyoruz. Başardıkları ve bütçe eksikliğinden bürokratik ilgisizliğe kadar pek çok farklı sebepten henüz gerçekleştiremedikleri hakkında bilgi sahibi olmanızı istiyoruz.

Böylece; STH başta olmak üzere hep birlikte belki de Hakan’ın geçmişten bugüne gerçekleştirdiği ve planladığı projeleri büyütebilir ve yaygınlaştırabiliriz. Örneğin; umudumuz ve mücadele azmimiz el verdiği ölçüde, uzmanlığımız ve deneyimimiz yardımıyla, çevremizin katkısı ve katılımıyla,

  • 2006’dan bu yana düzenlediği Ulusal ve Uluslararası Konuşan Balık Çocuk Şenliği etkinliklerine destek vererek, yeni okullar ve kurumlar ile bağlantıya geçerek deniz kültürünü aktardığı binlerce çocuğu yüz binlere çıkarabilir,
  • 2005’ten bu yana mücadele ettiği Ömrünü Tamamlamış Lastikler (ÖTL) yönetmeliğinin deniz yaşamını katleden sorunlu maddelerini değiştirecek politikaların hayata geçirilmesi için yerel yönetimler ve ilgili bakanlıkları harekete geçirerek katkıda bulunabilir,
  • Harem’den Caddebostan’a, Büyükada’dan Eminönü’ne kadar İstanbul bazında son 20 yıldır son derece ayrıntılı bir şekilde tutulmuş olan STH denizel katı atık envanterlerinden yola çıkıp denizel katı atık endeksi oluşturarak çözüme bilimsel ve akademik yollarla ulaşmayı deneyebilir,
  • Sanatın gücünü kullanıp İstanbul Modern gibi merkezlerden henüz erişemedikleri okullara kadar Türkiye’nin farklı bölgelerinde daimi ve gezici katı atık sergileri düzenlemelerine yardımcı olarak denizin altında gizlenen sorumluluğumuzu daha görünür kılabiliriz.

Böylece; insan ve hayvan ayırt etmeden tüm ekosistemin sağlıklı bir şekilde devamı için — içindeki tüm canlılar ve yüzyıllar boyunca yarattığı kültür ile birlikte — denizleri gerektiği gibi yaşatmak için sualtına elimizi uzatabiliriz. Tıpkı Hakan’ın, “sualtı yaşamının büyüsüyle büyüyen kuşaklar” ideali ve ruhunu kattığı Denizci Kahvesi‘yle, özellikle İstanbul ve Marmara Denizi’yle özdeşleşen 55 yıllık yaşamında umut ettiği ve yılmadan çabaladığı gibi…

Doğaya bakışımızdaki en büyük sıkıntı, canlıları ekonomik değerlerine göre sınıflandırmamız ve bunların derdine düşmemiz. Bize ekonomik katkısı olmayan canlıları görmezden gelmemiz. Bu bakış açısı değişmediği sürece bizim daha çok başımız ağrıyacak. Çünkü ekosistemi ayakta tutan, en basidiyle, sizin görmediğiniz mollusklar (yumuşakçalar) var, deniz minareleri var. Kimsenin umrunda değil ama bu canlıların var olması gerekiyor bu sistemin ayakta kalması için.

– Hakan Tiryaki, 2 Ağustos 2023, CaddeTV yayını

Bizim öncelikle varoluşa saygı perspektifinden bakmamız lazım. Bir ağacı kesmek de o kadar olmamalı. Biz hep faydasına kilitlenip kalıyoruz. Faydacı bakış açısından kurtulmadığımız sürece ve canlıları menfaatimize göre sınıflandırdığımız sürece ekosistemi hiçbir zaman anlayamayacağız ve sorunlar farklı şekillerde devam edecek. Bu varoluşu da ekonomik değerine göre değil, bir bütün olarak anlayıp korumak zorundayız.

– Hakan Tiryaki, 2 Ağustos 2023, CaddeTV yayını

Sualtı Temizlik ve Bilinçlendirme Hareketi Derneği (STH)

İstanbul’un Üsküdar ilçesinde Şemsipaşa Camii, Motor İskelesi arasında yapılan sualtı temizlik çalışmasından efsanevi bir STH fotoğrafı: Harry Potter serisinden Hogwarts Günlüğü, STH arşivinden.

Ocak 2005’te Hakan Tiryaki tarafından kurulan Sualtı Temizlik ve Bilinçlendirme Hareketi Derneği (STH), Türkiye’nin sualtı ekosistemlerini korumaya yönelik sürekliliği sağlayan farkındalık çalışmalarıyla Türkiye’de pek çok ilki gerçekleştirdi.

Denizlerdeki mikrobiyolojik, petrol ve metal kirliliği yerine daha somut olanı, toplumsal farkındalık açısından daha görünür kılınabilen katı atık kirliliğini merkeze alarak gelecek nesillere daha yaşanabilir bir dünya bırakmayı hedefleyen STH, 20 yıldır özellikle kıyı bölgelerinde örnekleme dalışları yaparak katı atık toplama, envanter çıkarma ve sergileme çalışmalarını sürdürüyor. Dalan az sayıda kişinin gördüğü ama sokaktaki insanın, hükümetlerin ve bürokratların görmediği, 70’i aşan kamuya açık etkinlikte kaydı 60 bini aşan sualtındaki katı atıkları karaya çıkartıp gösterme sürecinde akademisyenler, yerel yönetimler ve sivil toplum kuruluşlarıyla (STK) işbirliği yaparak bugün de bilinçlendirme ve politika değişimi için etki alanını genişletmeye çalışıyor.

Hakan’ın eski ve yeni gönüllüler ile birlikte bir parçası olmaktan her daim onur duyduğu, kendisinden ve eski üyelerden sonra aynı inançla yeni “sualtı çöpçülerine” devretmeyi umduğu STH; bugün de hepimizi, bireyleri ve kurumları bu mücadelede sorumluluk almaya çağırıyor: sth.org.tr

“STH çalışmalarının en önemli odak noktası olarak ön plana çıkan sualtı temizliği temelde örnekleme ve envanter kaydı yoluyla veritabanı oluşturmak üzere yapılmaktadır. Ayrıca proje bazında da (STH Harem Sahili Temizlik, Rehabilitasyon ve Koruma Projesi, Akdeniz’de Başka Kaş Yok! Deniz Festivali gibi) komple temizlik çalışmaları söz konusu olabilmektedir.”sth.org.tr
“Dışarıdan Bakınca Göremedikleriniz: Sualtı Temizlik ve Bilinçlendirme Hareketi ile birlikte doğan “envanter” fikri, atıkların nicelik ve oran olarak kayıt altına alınmasının yanı sıra; kirliliğin kaynaklarına dair verdiği ipuçlarıyla geliştirilecek projeler için de önemli bir altyapı oluşturmaktadır. Envanter listeleri farklı açılardan incelendiğinde söz konusu lokasyonların tüketim alışkanlıklarından, sosyoekonomik yapıları arasındaki farklılıklara kadar son derece değişik ipuçlarına ulaşmak mümkün olabilmekte.” sth.org.tr

Bilim, sanat ve tarih ile bir bütün deniz kültürü

STH’yi deniz araştırmaları yapan diğer STK’lardan ayıran en önemli özelliği, tamamen gönüllülerden meydana gelen bağımsız bir yapı oluşu. Hakan’ın “amatör ruhlu profesyonel bir topluluk” olarak tanımladığı dernek, “küçük ama kalifiye” olarak ifade ettiği, yıllar içinde sayısı artan gönüllü ekip ve bu gönüllü dalıcıların “çöp kardeşliği” olarak andığı bu güçlü bağ, STH’nin 20 yıl boyunca büyük bir adanmışlık ve azimle “Harem Projesi” gibi dünyada eşi benzeri olmayan bir çalışmaya imza atmasını sağlarken, “Kayıtsız Kalma” gibi Türkiye’nin farklı illerinde uygulanabilecek yeni bir projeyle bu anlayış ve yaklaşımın dalış okulları arasında yaygınlaştırılmasını amaçlıyor.

Sualtı temizliğini, deniz altına süpürülmüş olan gerçekleri ve verileri görünür kılmak için bir araç olarak sunan STH, okullarda ve meydanlarda düzenledikleri sunum ve film gösterimleriyle, Konuşan Balık çocuk şenlikleriyle ve yerel yönetimlerden kamu kurumlarına kadar farklı düzeyde yaptıkları savunuculuk çalışmalarıyla Türkiye’nin denizle olan ilişkisini yeniden güçlendirmeye, deniz kültürünü yeniden canlandırmaya ve mevcut deniz politikalarını tutarlı hale getirmeye çalışıyor. “Bize Deniz Ozanı Gerek” serisi de, denizel atıkları aşarak deniz kültürüne odaklanıyor ve “topraksoylu yurdum insanının deniz macerasına” meltem esintisi getiriyor: Can Yücel’den Cemal Süreya’ya kadar, Denize doğan, denizle doğan, denizle büyüyen” şairlerin ve yazarların dizeleriyle, “belki de en önemli eksik halkayı, deniz kültürünü tamamlamaya çalışıyor toplumumuzun denizle ilişkisinde.”

Çünkü Hakan için, dolayısıyla STH için amaç sadece denizlerin temizlenmesi olmadı. Denizle bağını çoktan koparmış bir halka, “levreğin bakanıyla patlıcanın bakanının aynı olduğu” bu ülkeye ve “denizi engel olarak gören” kamu idaresine örnekleme dalışlarıyla dev sualtı mezarlıklarını göstererek ve onları yeniden birer vahaya dönüştürerek, denizlerin ve içindeki canlıların ekolojik, tarihi ve sosyo-kültürel önemini, “varoluşa saygı perspektifini” hatırlatmayı kendine ve derneğe görev edindi.  

Deniz Bitmesin adlı yayında bu misyonu şöyle açıklıyor Hakan: “Kirletici olarak temel sıkıntılarımızdan biri devletin kendisinin kirletici olması. Sokaktaki adam da kirletici. Hele ki denizin üstündeki tekneler denizin en büyük düşmanı. Deniz kirli, evet ama asıl mesele bu değil. Denizle ilişkimizde sorun var. Osmanlı’nın son döneminde dahi günlük yaşamında denizi görürsünüz. Duvarda, tabak çanakta, tablolarda deniz yaşamın içindedir… 1950’lere kadar deniz ressamları vardır. Mezar taşlarında yelken direkleri vardır. Özellikle 50’lerden itibaren kentten şehre göç, dokunun değişmesi, genel politikalar, karayoluna ağırlık verilmesi gibi süreçlerle bugün geldiğimiz noktada deniz yaşamımızda değil artık. Öncelikle bunu yeniden sağlamamız, unutulan şeyleri yeniden hatırlatmamız gerekiyor.”

Yapım sürecinde Hakan’la ve STH ile tanıştığımız 2008 tarihli İZ TV’nin “Boğaz’daki Çöplük” adlı belgeselinde ise, ekibin Harem’deki temizlik ve rehabilitasyon çalışmalarına yer verilen kısımlarda, Türkiye’nin sorunlu deniz algısı ve denizle ilişkisi konusunda “Denizin manzarasından faydalanıp yanında rakı balık içebiliyorsak sorun yok, geriye birşey kalmıyor zaten. İş dönüp dolaşıp aynı yere geliyor: Deniz kültürüne, deniz stratejisine ve deniz politikasına ihtiyacımız var. Aksi takdirde çarpık bir imaj ortaya çıkıyor; deniz, korunması gereken, ayazda kalmış kedi yavrusu gibi birşey oluyor. Halbuki o değil,” diyor.

Hakan Tiryaki, STH ve “çöp kardeşliği”

Faydacılıktan ve çıkar çevrelerinden uzak anlayış farkı

Hakan, Sualtı Gazetesi’nde yayımlanan 2023 tarihli bir söyleşisinde, bütçe arayışında sponsor desteğinin yetersizliğinden söz ederken STH’yi maddi açıdan “gariban bir dernek” olarak tanımlasa da, bu trajikomik durum bugüne kadar Hakan’ın ve STH ekibinin sorun gördükleri alanda ve noktalarda işe koyulmalarına, kendi ceplerinden harcama pahasına da olsa, “etkinlik başına doğru motivasyonu olan 25 ila 80 gönüllü ile” Türkiye’de benzersiz projeleri hayata geçirmelerine engel olmadı. Çünkü Hakan, “Bir işe başlarken önce sponsor, bütçe, para diye başlarsanız iş odağından sekiyor,” diyor. Elbette maddi destek almadan devamlılığı sağlamak mümkün olmadığı için Hakan bugüne kadar etkinliklerde, talepkâr ve baskıcı büyük ana sponsorlar yerine, her bir etkinlik için kalem ve ihtiyaç başına belirlenen irili ufaklı ayni sponsorluklarla ilerledi. Bugün doğa ve deniz araştırma ve koruma çalışmaları yaptığını iddia eden STK’ların bazıları, binlerce euro veya dolar karşılığında ya etik olmayan sponsor firmalara, esaret endüstrisine veya bakanlıkların göstermelik politikalarına boyun eğiyor ya da ekonomik değeri olmayan canlıların kitlesel katliamını destekleyen söylem ve eylemlere girişiyor. Bizim 2008’den bu yana Hakan’la tanıdığımız STH ise hep, kâr odaklı çalışan bu tür oluşumların aksine çıkar çevrelerinden, faydacılıktan ve taraflı siyasetten uzak, olabildiğince bütüncül bir ekosistem algısıyla bireylerin ve kurumların doğaya bakışını gerek gündelik yaşamda, gerekse politika düzeyinde şeffaflığını, bağımsızlığını ve gönüllülük ilkesini koruyarak dönüştürmeyi hedefledi; deniz altından çıkan bilgi ve deneyimi okullara, sokaklara ve kamu kurumlarına taşımayı amaçladı.

Sadece yöntemde veya kullanılan araçlarda değil, içerik ve söylem açısından da Hakan’ın hayata geçirdiği STH diğer deniz ve doğa “koruma” STK’larından farklılaşıyordu. Dev endüstrilerin veya fon sağlayan sermayenin, bilim ve sivil toplum camiasını da kullanarak yaygınlaştırdığı, bakanlıkların Avrupa Birliği’nden binlerce euro’luk destekler almalarını sağlayan “sürdürülebilir balıkçılık” ve “istilacı türler” gibi terimler üzerinden duymak istediğini değil, duymak istemediğini dile getiriyordu: “Çok trajik bir örnek vereyim; aslan balığı fenomeni var Türkiye’de yaşadığımız… Koca koca adamlar oturmuşlar, yok aslan balığını şişe geçirip alın, yok şöyle pişirip yiyin, yok bunlar şöyle zararlı diye konuşuyor. Yani arkadaş, sen dünyanın bütün dengelerini altüst ettin, suların ısındı, iklimin değişti, bir de Süveyş Kanalı’nı açtın. Bu hayvan ne yapsın? Çok özür dilerim, amiyane bir örnek olacak ama, savaştan kaçan bir adamı şişleyip pişirin gibi birşey bu. Bu hayvan elbette gelecek, daha etkisi de gelecek. Daha da can sıkıcı olan, takıldığım nokta şu: Oradan gelen göçmen canlının eğer ekonomik değeri varsa hiç sorun yok; hemen kabulleniyoruz. Ama aslan balığı gibi türlerde, ekonomik değeri yoksa, ‘Abi bunlar çok tehlikeli, bunları gördüğünüz yerde avlayın’ diyoruz. Ya, bu kafayla siz ekosistemi anlayamazsınız. Bu dünyada da ancak bu şekilde var olursunuz. ‘İstilacı’ diyorlar, değiller. Onlar ‘göçmen’ balıklar. Burada bir dönüşüm var, bu dönüşümü anlamak zorundayız. Şişlemeye çalıştığımız canlıların durumuna düşmek için önümüzde taş çatlasa herhalde 50 sene var. Çok yakında aynı duruma düşeceğiz.”

Oysa, 2011’de Gezgin Korsan forumlarından birinde “Marmara’da dalmak” başlığı altında dile getirdiği gibi, “Adalar çevresinde, özellikle Yassıada, Sivriada ve Neandros sularında bambaşka bir sualtı zenginliği karşılar sizi. Gördüklerinize inanamazsınız. Yassıada’da bir gece dalışında Domuzköpekbalığıyla karşılaşabilir, gündüz dinlenen bir kalkan görebilirsiniz. Her üç adanın da Akdeniz sularını barındıran katmanlarına indiğinizde görüş, mercanlar, egzotik denizyıldızları, gorgonlar, çeşit çeşit anemonlar, şakayıklar… Varoluş algınızın fayda ya da ekonomik değer süzgecini devre dışı bıraktığınızda çılgın bir tür çeşitliliği saracaktır etrafınızı.”

Özellikle “denizle barışamayan” bir ülkede değerbilmezliğin son noktası olan Kanal İstanbul gibi dev rant projeleri karşısında, Marmara başta olmak üzere tüm denizler için yapılması gerekeni anlatıyor Hakan: “Her fırsatta ‘dünyanın bütün denizleri bir tarafa, Marmara bir tarafa’ derim de gülerler hep bana. İlk bakışta abartılı bulabilirsiniz, anlarım. Ama her şey gibi Marmara’yı da gerçekten anlayabilmek, kavrayabilmek için ona yakından bakmanız, zaman ayırmanız ve az da olsa emek harcamanız gerekir. Fakat bunları yaptığınızda her fırsatta kıyısında, sularının altında, adalarında olmak isteyeceğiniz mucizevi bir deniz buluverirsiniz karşınızda. (…) Marmara bize rağmen yaşıyor. Kendi mucizesi sayesinde var olmaya devam ediyor. Oysa biz hala onun mucizesinden bihaber yaşadığımız yetmiyormuş gibi belki de mucizesini yok edecek mesnetsiz projeler üretmeye çabalıyoruz, Kanal İstanbul gibi. Oysa tek yapmamız gereken ondan biraz olsun elimizi çekmemiz, biraz olsun zaman tanımamız.”

Biz elimizi doğadan çektiğimiz sürece her şey tıkırında yürüyor, doğa kendi dengesini kuruyor. Doğanın efendisi değil, bir parçası olmamız gerekiyor. Bize biçilen rol neyse, ona yeniden adapte olmamız gerekiyor.

– Hakan Tiryaki, 2 Ağustos 2023, CaddeTV yayını

STH Konuşan Balık Deniz ve Çocuk Şenliği

Çocukların balıklarla konuştuğu, bilimin sanatla buluştuğu bir deniz ve çocuk şenliği: Konuşan Balık

“Niye bu memlekette denizle çocuğun bir arada olduğu bir şenlik yok?” Konuşan Balık Deniz ve Çocuk Şenliği, Hakan’ın söyleşilerinde belirttiği gibi, işte bu soruyla doğdu. Önce ulusal, sonra kültürel etkileşimi de hedefleyecek şekilde uluslararası boyuta taşındı.

Hakan’ın “türünün her açıdan ilk ve tek örneği” olarak tanımladığı Konuşan Balık Deniz ve Çocuk Şenliği’ni STH bir paylaşımında şöyle anlatıyor: “Ülkenin ilk ve sanırım hala tek deniz ve çocuk şenliği. Ana fikir basit; herkes susacak, çocuklar konuşacak. Bize denizi anlatacak, resmedecek, hikayeleştirecek ve gün sonunda da yepyeni bir slogan iliştirecek Konuşan Balık’ın dudaklarına… Bu arada had bilmez bir avuç hayalperest, uluslararası bile yaptık 2010 yılında. Türk, Romen ve Bulgar çocuklarıyla hayatımız boyunca unutamayacağımız bir üç gün yaşadık. O günlerde bir röportajda demişiz ki “Hedef Konuşan Balık’ı ihraç etmek; her sene başka bir ülkede yapmak”. Belki bir gün, neden olmasın diyelim. Hiçbir zaman iflah olmamak dileğiyle!”

“Balıkların dili olsa” sloganıyla yola çıkan ve Hakan için her daim özel bir yere sahip olan Konuşan Balık geleneksel deniz ve çocuk şenliği etkinliğinin temeli, 2005 yılında Çevre Günü vesilesiyle yaklaşık 1500 çocuğun katılımıyla gerçekleştirilen çevreye saygı yürüyüşü, açık hava sergisi gezisi ve hediye çekilişiyle atıldı. STH’nin 2007’de “147 TL’lik dev bir bütçeyle” düzenlediği 1. Konuşan Balık Deniz ve Çocuk Şenliği‘nde yetişkinler sustu, balıklar ve çocuklar konuştu. STH sadece “Bize denizi anlatın, resmini yapın, fotoğrafını çekin” dedi ve devamı geldi.

Her yeni Konuşan Balık’ta çocuklar yaratıcılıkları ve önerileriyle yeni sloganlar buldu; kendi sözcükleri, renkleri ve kareleriyle denizleri ve içinde barındırdığı canlılığı, hayaller ve gerçeklerle harmanlayarak anlattı. Bizim de 6 Haziran 2011 tarihinde STH gönüllüsü olarak Sarıyer’de beşincisine katıldığımız bu şenlikler sırasında, çocukları denizlerin korunması için motive etmek, bilimsel ve sanatsal çalışmalara teşvik etmek amacıyla yapılan yarışmaların sonunda, Hakan’ın yine kendi deyimiyle “züğürt bir dernek” olarak, binbir zorlukla buldukları sponsorların desteğiyle çocuklara çeşitli ödüller verildi.

Çocukların deniz canlılarına ses verdiği bu eşsiz şenliklerin ardından 2010’da, genel eğitim sistemimizle ilgili Hakan’ın “trajik ve acı” tespitleri oldu: “Abartılı bir benzetme olacak ama, ilköğretimden itibaren çocukların varlığının hipodromda koşturulan atlardan çok fazla farkı yok. Milli Eğitim Bakanlığı kanalıyla 40 okula başvurduk şenlik için. ‘Şenlik’ kısmını duyan olmadı ama herkes ‘yarışma’ için gelmek istedi. Oysa şenlikteki bu yarışmaların ana fikri çocukları birbirine kırdırmak, öğretmenleri onore etmek veya okullara paye vermek değil. Orada ne hissediyorlarsa çocukların onu yansıtmasını sağlamak. İnanın bunu anlatamadık. Oraya kadar geleceğiz ama ne menfaatimiz olacak diye soran bile oldu. Kulvarı açarsanız çocuklar yürüyor, gidiyor. Yeter ki açın ama. Bu çocuklar ne ödül kazanacaklarını bilmiyorlardı. Bu resimleri yapan çocukların motivasyonu bir notebook alıp dönmek değildi. Çocuklar sadece deniz kenarında kurduğumuz atölyede bir yandan denize baktı ve arkadaşlarıyla konuştu, bir yandan bunları çıkarttı.”

Hakan bir söyleşisinde, “Çocuklar apayrı bir dünya, algıları sonuna kadar açık. Bizim etkinliklerimizde babasını uyaran, ‘attığın çöpü yerden al’ diyen çok çocuk oluyor. Etkinliklerimizde ‘Balık denizde boğulur mu?’ diye soruyorum ilk başta. Yetişkinler ‘hayır’ derken çocuklar önce afallıyor, sonra düşünerek cevap veriyorlar ve sonunda ‘evet, boğulur’ diyorlar. Balıkların yaşamının suyun içindeki oksijene bağlı olduğunu biliyorlar. Çocuklar biz yetişkinlere ders verebiliyor,” diyor.

Sualtından elde ettikleri katı atık ve kirlilik verilerini uygun ve anlaşılır hale getiren STH, hâlâ okullar ve yerel yönetimler ile el ele verip çocukların aktif katılımını gözeterek resim, fotoğraf, kısa öykü ve slogan yarışmalarıyla İstanbul’dan Antalya’ya kadar farklı ilçelerde ulusal ve uluslararası düzeyde Konuşan Balık Deniz ve Çocuk Şenlikleri’ni düzenlemeye devam ediyor; ilköğretim öğrencilerine yönelik eğitim ve bilinçlendirme seminerleri, sualtı filmleri ve sunumlarıyla çocuklara deniz ekosistemini anlatmayı ve deniz kültürünü aşılamayı sürdürüyor.

Kara ve deniz sınırlarını aşan, evrensel bir dille doğanın efendisi değil, parçası olduğumuzu gösteren, çocuklardan öğrendiğimiz daha nice Konuşan Balık deniz ve çocuk şenlikleri olması dileğiyle. Özellikle de son dönemde Hakan’ın üzerinde çalıştığı ve şenlik için STH ile gitmek istediği Van Gölü ve Antakya çevresinde…

STH Harem Projesi

Hakan’ın neredeyse her sohbetinde, her röportajında büyük bir övünçle anlattığı çalışmadır STH Harem Projesi.

STH Harem Sahili Temizlik, Rehabilitasyon ve Koruma Projesi, 27 Kasım 2005’te başlatıldı ve Harem Feribot İskelesi’nin sağ tarafında kalan koyda, 27’si karada, 27’si sualtında toplam 54 gönüllüyle beraber 9 Eylül – 1 Ekim 2006 tarihleri arasında 151 dalış gerçekleştirildi. Bir ay içinde, 9 iş gününde gerçekleştirilen çalışmalarda dalış başına ortalama 77 parça katı atık düştü. Bu süre sonunda İstanbul’un Harem açıklarında yıllardır sualtını işgal eden toplam 11.573 parça plastik, metal ve lastik gibi katı atık çıkartıldı. Harem’in derinliklerinden o ay, deniz dibine atılmış el arabasından pisuara, lavabodan aküye, iş makinesinden avizeye kadar gündelik yaşamımızda karada bulabileceğimiz her şey çıktı. Ekibin gözlemlerine göre, balçık tabakasına gömülmüş olan bu katı atıklar, kayabalıkları, denizyıldızları, yengeçler ve denizanaları ile sınırlı kalmış olan deniz altındaki canlı çeşitliliğini de büyük ölçüde yok etmişti.

Gönüllülük bilinci ve ruhunun vücut bulduğu STH Harem Projesi, sadece tek seferlik, geçici temizliği değil, aynı zamanda bilimsel bir yaklaşımla, uzun soluklu bir faaliyet olarak, belirli periyotlarla yapılan kontrol dalışları, envanterleme ve görsel arşiv oluşturma çalışmasıyla nesne türlerini, miktarını, kirletici kaynakları ve bölgenin rehabilitasyonunu da yakından izledi. Örneğin; STH web kayıtlarına ve Hakan’ın çeşitli demeçlerine göre, düzenli yapılan takip dalışlarında yeni atık birikimine nadiren rastlanmış, yıllar içinde proje alanı yüzde 90’a varan oranlarda temiz tutulabilmişti. 2015’te yapılan kontrol dalışlarında da, projenin başladığı zeminin hâlâ büyük ölçüde temiz kaldığı, canlı yaşamının yeniden hareketlendiği tespit edildi. Projenin basında çokça yer bulması da, denizi korumada “temizlikten öte” bir bilincin yayılmasına aracılık etti. Bu yönüyle, Hakan’ın da yeri geldiğinde hep vurguladığı gibi, bugüne kadar dünyada bir STK tarafından yürütülen çok az deniz temizliği projesi bu izleme metodunu bu kadar bütüncül kullandı, kalıcı ve somut bir etki bırakmak için bu denli kararlı çalıştı.

Ancak Harem için STH’nin sunduğu çözüm önerileri ne kadar dikkate alındı? Bölgenin, daha geniş perspektifte deniz ekosisteminin canlanması ve sağlıklı bir şekilde yaşamın sürdürülmesi için yasal sorumluluğu olan yetkili kurumlar bu süreçte ne yaptı, ne yapacak? Sormamız gereken asıl soru bu olmalı.

Dalış Dergisi’nde yayımlanan Nisan 2017 tarihli yazısında, “Türkiye Cumhuriyeti ve Deniz” başlığı altında devlet kurumlarının vizyon eksikliğini, ataletini ve otorite boşluğunu çok iyi açıklıyor Hakan: “Derken 2011 yılında bir Denizcilik bakanlığımız oldu. Ölçülü sevinebildik doğrusu. Çünkü dâhil edildiği bakanlığı düşününce ancak armatörler adına sevinebilmiştik. (…) Bakanlığın 2023 hedeflerinin alayına vardık diyelim, denizci millet olmak adına, deniz kültürü adına tek güvencemiz ‘Ülkemizde denizlerin kullanımının özendirilerek tekne bağlama, barınma ve denize iniş rampalarıyla ilgili alt yapının tamamlanıp her 75 kişiden 1 kişinin tekne sahibi olmasını sağlayacak gerekli teşvik tedbirlerinin alınması,’ bu maddeden ibaret… Yaklaşık 50.000 olan tekne sayısı nasıl olacak da 1.000.000’a çıkacak diye sormaya bile gerek yok ama her 75 kişiden biri tekne sahibi olunca denizci olacak mı? Deniz kültürünü vahiyle mi alacak? Denizi yaşamında konumlandırmamış, deniz kültüründen bihaber yaklaşık bir milyon tekne sahibi… Düşünmesi bile korkunç!”

Nitekim, her yeni dönemde kararnameler suretiyle diğer pek çok kurumda olduğu gibi, bahsettiği bakanlığın ismi de o yazıdan bir yıl sonra değişti: 2011-2018 yılları arasında “Ulaştırma, Denizcilik ve Haberleşme Bakanlığı” iken, Cumhurbaşkanlığı sistemine geçilmesiyle birlikte 2018’den sonra “Ulaştırma ve Altyapı Bakanlığı” olarak resmiyete büründü. “Denizcilik” komple atılıp Genel Müdürlük birimlerinden birinin başına, gelişigüzel bir şekilde iliştirildi: Denizcilik Genel Müdürlüğü. 2011’de ismi “Bilim, Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı” olan kurumda da “hiçbir şey olmasa bile kesinlikle bir şeyler oldu” ve her ne hikmetse “bilim” kısmı atılıp geriye sanayisi ve teknolojisi kaldı. Ne gariptir ki, “Çalışma ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı”nda benzer bir kırpmaya gidilmeyip başına “Aile” sözcüğü eklendi. Tarım ve Orman Bakanlığı ise, zaman içinde köyişlerinden hayvancılığa kadar, ne yaparsa yapsın ismen ve cismen bir politikasızlık garabeti olarak bugüne kadar varlığını sürdürdü. Düşünceler zincirinde beliriveren bu küçük ayrıntı da; hayvanları gıdaya, ormanları madenciliğe, kadınları aileye, denizleri altyapıya, bilimi sanayiye indirgemeye çalışan zihniyete ve siyasi iradeye karşı yıllardır sürdürdüğümüz ve sürdüreceğimiz mücadeleye burada bir not olsun.

27 Kasım 2005: Harem’deki ilk STH etkinliği
STH Harem Projesi – Habertürk haber kuşağı

STH Ömrünü Tamamlamış Lastikler Projesi

STH ÖTL dosyası

“25 Kasım 2006 tarihinde Çevre ve Orman Bakanlığı tarafından yayımlanarak 01.01.2007’de yürürlüğe giren Ömrünü Tamamlamış Lastiklerin (ÖTL) Kullanımı Hakkında Yönetmelik içeriğinde yer alan yanlışlıklara dikkat çekilmesi” ve sürdürülebilir çözümler geliştirilmesi amacıyla hayata geçirilen STH ÖTL Projesi, Türkiye denizlerinin en büyük katı atıklarından ve kirleticilerinden birine odaklanıyor. Bu yönetmelik ilk bakışta ÖTL’lerin tehlikelerine dikkat çekiyor ve taşınma, geri dönüşüm ve geri kazanım aşamalarında lisansa tabi olduklarını vurguluyor. Ancak aynı yönetmeliğin 22. maddesinde, geri dönüşüm lisansına gerek olmaksızın ÖTL’lerin iskelelerde kullanılabileceğini söylüyor. İşte sorun da burada yatıyor.

Herhangi bir izin, denetim ve yaptırımdan yoksun bir şekilde, ezbere hazırlanan düzenlemeler sonucu kendi haline bırakılan, ömrünü tamamladıktan sonra seyir sırasında teknelerden ve bakım/onarım aşamalarında iskelelerden denizlere atılan bu lastiklerin bir tanesinin suyun altında çözülme süresi yaklaşık 450 yıl olarak tahmin ediliyor.

Hakan Tiryaki basına verdiği demeçlerin hepsinde ÖTL’lerin sualtı yaşamını nasıl öldürdüğünü ve insan dahil tüm canlıları nasıl zehirlediğini anlatırken, “Çok ciddi hacim kaplayan bu lastikler sadece hidrokarbon olarak çözülmüyor, aynı zamanda 12 kadar ağır metal bırakıyor çözünürken. Sülfik asit, kurşun, polikarbon kılıflarla, yüzde 77 oranında kauçuk içeren, petrol türevi facia bir atık bu. Bulunduğu yerdeki kirlilik konsantrasyonunu artırırken, denize düştükten sonra tabanda oturana kadar canlıların yuvalarını ve denizin dip yapısını bozuyor. Bir teknenin ortalama 25 lastikle gezdiğini, Beşiktaş’taki dalışımızda sualtında 50-60 lastik gördüğümüzü ve Üsküdar sahilinde su üstünden dahi görülebildiklerini düşündüğümüzde, her yönüyle Marmara Denizi’ndeki en büyük tehlike bu diyebiliriz katı atıklar açısından. Bir insanı öldürmek suç ama denizdeki yaşamı öldürmek suç değil. Öncelikle suçun tanımlanması gerekiyor,” diyor.

Aynı zamanda geri kazanılan lastiklerden sabit takoz üretilmesi, bunların teknelere ücretsiz verilmesi ve eksilmeleri halinde yaptırım uygulanması yönünde ilgili bakanlıklara tavsiyelerde bulunmalarına, bu süreçlerde STH olarak destek verebileceklerini dile getirmelerine rağmen somut bir değişim henüz gözlenebilmiş değil.

Heyamolahey forumlarından birinde Hakan, 2008’de Vira Dergisi’nde kaleme aldığı “zoraki deniz ülkesinde” yaşanan bu sorunu, yaklaşık 10 yıl sonra yeniden hatırlatarak şöyle özetliyor: “İşte böyle bir çelişki Denize Bakan Bakan’ın olmadığı, denizden bihaber bir ülkede olabilir ancak. Çünkü Çevre ve Orman Bakanlığı Ankara’dadır ve oradan bakıldığında ne yazık ki deniz görünmemektedir. Oysa İstanbul’un iki yakası arasında sadece yolcu tekneleri bile yaklaşık ikibin adet ÖTL ile yolculuk etmektedir. İskelelerde kamyon ve iş makinesi lastikleri kullanılmakta ve bunlar yıpranarak bir süre sonra denizin dibini boylamaktadır. Hatta STH Harem Projesi kapsamında sadece Harem’den çıkartılan lastik sayısı 150’yi aşmıştır. Ve 50’nin üzerinde ÖTL suyun altında yaklaşık 450 yıl sürecek çözünme sürecinin henüz başlarındadır. Ne Denizcilik Müsteşarlığı İstanbul Bölge Müdürlüğü ne de Liman Başkanlığı ne yazık ki yılda kaç adet lastiğin bariyer olarak kullanıldığını, hangi periyotlarla değiştirildiklerini, nerede bertaraf edildiklerini bilememektedir. Çünkü denizin üstüyle sorunlarını çözememiş bir toplumun ve siyasi iradenin bir de denizin altına ilgi duymasını beklemek ne yazık ki Godot’yu beklemek gibi bir şeydir.”

Hakan’ın üzerine basarak her fırsatta dile getirdiği gibi, “Bu ülkenin altı tarafı denizle çevrili. Siz tehlikeli atıkla ilgili yönetmelik hazırlarken denizi görmezden gelemezsiniz. Hele ki İstanbul gibi dünyanın en yoğun deniz trafiklerinden birine sahip bir kentte, bir sürü iskelesi olan bir şehirde bunu görmezden gelemezsiniz. Dünü, bugünü ve geleceği ile ÖTL sorunu tüm denizlerimiz gözönüne alınarak yeniden değerlendirilmeli ve mevcut ÖTL Yönetmeliği’nin geri kazanım lisansına gerek duyulmaksızın iskelelerde takoz olarak kullanılmasına olanak tanıyan maddesi yeniden düzenlenmelidir. Yıllar yılı denizlerimizde biriken ÖTL’ler karada olduğu gibi geri kazanım/geri dönüşüm/bertaraf süreçlerine dahil edilmek üzere toplanmalı ve bu kaynağın önü kalıcı olarak kesilmelidir.”

Yunuslara Özgürlük Platformu: Hakan Tiryaki köşesi

Kuruluş sürecinde, mücadelemizin ilk yıllarında ve ilk eylemlerimizde Hakan Tiryaki bizimleydi. – 2011
Açık Radyo’da “Tohumdan Hasata” programında YÖP’ü temsilen konuklardan biri de Hakan Tiryaki’ydi. – 2011

2011’den bugüne kadar oluşturduğumuz Okyanus Şarkıları ve podcast yayınlarımıza, Hakan’ın söyleşilerini sevdiği parçalar eşliğinde ses dosyası olarak eklemeye devam edeceğiz.

Şişedeki mektup

Aklı derya, kalbi rüzgar arkadaşım. Denizlerin dalgasını taşıyan saçları dağınık arkadaşım benim…

İşte, sadece böyle zamanlarda inanmak istiyorum. Sen gittikten sonra bir gece şans eseri kaldırımın bir köşesinde yanıp sönerken gördüğüm o minik ateş böceği olma ihtimalini seviyorum. O günün sabahında, uzun süredir bekledikten sonra kaşla göz arası açıp ilk poyrazla uçup gitmiş olan o petunyanın mor çiçeği olabileceğine dair olasılığı seviyorum.

Keşke burada olsaydın ve eskisi gibi konuşabilseydik de, bu saf ve yenik varoluş romantizmine yine gülüp ağlasaydık.

Kalbim el vermese de seni, o çok sevdiğin, asi ve kırılgan ruhların şarkılarıyla uğurluyorum. Tango ustalarının tutkusu ve rock ilahlarının isyanı bir şekilde yine bizimle, sevdiklerinle olsun.

Bulutsuz bir gökyüzünün masmavi denizleri, yemyeşil ormanları ve irili ufaklı tüm hayvanları sarmaladığı, farklı diyarlarda hayranı olduğumuz tüm o bitki ve mantarların derinden kök saldığı bir yerlerde, deniztavşanlarının renk ve desenlerinde hayat bulan, belki de gökkuşağının ardındaki o ütopyada, “bizsiz her şeyin yolunda olduğu” o sonsuzlukta yeniden buluşalım. Bundan 13 yıl önce karanlık bir gününde dediğin gibi, o zaman öyle derin bir ohh çek ki, her nerede olursam duyayım.

Şimdilik, en sevdiğin parçalardan biriyle ve senin sözlerinle, “A dios canımcım, öpüldün platformcak!”

(Merak etme, şişeyi denize değil, okyanus şarkılarının notalarına bıraktım.)

Hakan Tiryaki; denize kapılan, denizin kendine kattığı kişi… Ailen, dostların, mücadelen ve ait olduğun denizlerle bu geçici bir veda. Çünkü yolculuğun hiç bitmeyecek arkadaşım. Denizle ilişkisini önemsediğin Willis gibi sen de, “Dalgalı Denizlerin Kaptanı” olarak, “Tekrar insanların, trafiğin, anlamsızlıkların dünyasına” dönmek yerine devam edeceksin, hayal ettiğin derme çatma bir salda, seni özgür kılan derinliklerde.

“Clouds and winds and oceans
I choose my fate to be.
Whom the sea has taken,
Never shall be free.”

William Willis, Whom the sea has taken

Bulutlar, rüzgarlar ve okyanuslar
Kendi kaderimi seçiyorum.
Denizin aldığı kişi
Asla özgür olamayacak.

– William Willis, Denizin aldığı kişi


Video kapak fotoğrafı: Hasan Kırbaş

Video müziği: The Alan Parson’s Project – Old and Wise

Hakan ve orfoz fotoğrafı: Sait Özgür Gedikoğlu

Kapak fotoğrafı: Yunus Arakon