Bir ileri demokrasi ülkesi, 2011.
Bir sürü işinin arasında bir şikayet dilekçesi alır devletlü mülki amir. Bir grup çevreci ya da hayvansever ya da her ne karın ağrısıysa, kendini bilmez güruh, bir çay bahçesindeki akvaryumda ricoysla yıkanmışçasına ahenkle dans eden, mutluluktan kabına sığmayan, hatta çevresine gülücükler saçan köpekbalığı, vatoz gibi canlılara eziyet edildiğine dair şikayet dilekçesi gönderir.
Her kendini bilmez çevreci ya da hayvansever gibi bu güruh da memleketin başka derdi yokmuş gibi hiçbir ticari değeri olmayan üç-beş balık için koskoca devletin koskoca mülki amirini meşgul etmektedir. Aslında bu kendini bilmezlere yapılması gereken şey bellidir ama ne de olsa bir “ileri demokrasi” ülkesinde yaşamanın bilincindedir mülki amir. Bir sürü işinin arasında bu angaryayla da uğraşmak “ileri demokrasinin” gereğidir ne de olsa…
Hal böyle olunca talimat verilir, üç-beş kı*ı kırık balık ve onları hapsetmek ve eziyet etmekle suçlanan güzide işletme için “hukuki” süreç başlatılır.
Sonrasında bakın neler oluyor.
Muasır medeniyet seviyesiyle atbaşı seyreden bir memleket olduğundan hemen yakınlardaki bir üniversite devreye girer ve sağolsun ehl-i vukuf mevzuya açıklık getirir:
“Söz konusu havuzda 13 adet çeşitli tür ve boylarda Vatozlar, 13 adet çeşitli tür ve boylarda MUSTELUS MUSTELUS türü Köpek Balığı tespit edilmiştir. Bu hayvanların tür tayini, bulundukları ortama uyum, sosyal davranış bozukluğu olup olmadığı, beslenme, bakım ve hastalıkları ile ilgili Balıkesir Üniversitesi Öğretim Görevlilerinden Bilirkişi Raporu alınarak türlerin beslenme ortama uyum ve davranış bozukluğu problemlerinin olmadığı tespit edilmiştir. 30.12.2010 tarihli Bilirkişi Raporunda; havuz ortamının suyunun deniz sirkülasyonla karşılandı oksijen miktarı ve su kapasitesi bakımından yeterli olduğu, Beslenme ve sağlık durumlarının yerinde olduğu. Hayvanat Bahçelerinin Kuruluşu ile Çalışma Usül ve Esasları Hakkında Yönetmelik gereği olarak bu hayvanların avlanmasının ve ticaretinin yasak olmadığı. İğneli Vatozların Keratin yapısında olan iğne uçlarının alınmasının insan tırnağı kesimi ile aynı olduğundan hayvana acı vermediği. Hayvanlara kötü muamele ve soylarının tükenmesine neden olacak işlemler yapılmadığı işletmenin Akçay Belediye Başkanlığından Akvaryum Aile Çay Bahçesi olarak İşyeri Açma ve Çalışma Ruhsatı almış olduğu tespit edilmiş olup, yapılan araştırma ve Bilirkişi Raporuyla da Şikayetlere konu iddiaların sübut bulmadığı anlaşılmakla dosya hakkında Adli ve İdari bir soruşturma yapılmasına gerek olmadığından dosyanın işlemden kaldırılmasını,
Olurlarınıza arz ederim.”[1]
Öncelikle yazım hataları ve devrik cümleler için üzgünüm ama devlet-i alinin işine karışmamak adına aynen aktardım. Haşa!
Şimdi sorarım o çevreci ya da hayvansever ya da her ne karın ağrısıysa o kendini bilmezlere; aldınız mı ağzınızın payını! Değdi mi üç kı*ı kırık balık için koskoca devleti, ilim irfan içinde kaybolmuş üniversiteyi ayağa kaldırdığınıza… ya da bu soğukta, ayazda o kı*ı kırık hayvanlara sıcacık havuz ortamını sağlayan, karınlarını doyuran, hatta bu işsizlikte istihdam eden işletme sahibini zan altında bıraktığınıza?
Ciddi olmayı ben de istiyorum inanın.
Basit sorular sormak, basit çıkarımlarda bulunmak, mantık ve sağduyunun pusulasından bahsetmek istiyorum. Ama, ne mümkün!
Koskoca Balıkesir Üniversitesi’nin “bilirkişisi” kadar dahi ciddi olamıyorum. Bir tarafım cız etmese hayvancıkların haline, kahkahalarla gülmek istiyorum işletmeye, bilirkişiye, devlet erkanına… Ne de olsa bir çeşit komedi dizisi tadında olan biten.
Tek günahı ticari değerinin olmaması ya da henüz soyunun tükenme tehlikesinin bulunmaması olan hayvancıkları düşündükçe kahkaha boğazıma düğümleniyor.
Düşünün bir kez, tırnak kesmekle aynı şeymiş vatozun iğnesinin kesilmesi. Şeytan diyor al eline makası, çık sokağa, saçını beğenmediğin kim varsa buda gitsin! Ne de olsa keratin, acımaz etmez. Göz zevkimden önemli mi? Sadece bu cümle üzerine sosyoloji, psikoloji, biyoloji tezi hazırlayıp, üzerine bir de on iki bölümlük bir komedi dizisi çekilmez mi? “İğneli Vatozların Keratin yapısında olan iğne uçlarının alınmasının insan tırnağı kesimi ile aynı olduğundan hayvana acı vermediği.”
Nasıl anlatmalı?
Yıl 2011. Memleketin altı tarafı deniz. Her geçen gün denizlerinde oynaşan balıkları azalıyor. Her geçen gün “beyaz adamın” dizginlenemeyen egosu kendinden başkasına yaşam alanı tanımamacasına yok etmeye devam ediyor. Topal hukuk, çorap boyu kültür, bilgisi olmadan fikri olan cühela ve ileri demokrasi…
Nasıl anlatmalı?
Sait Faik gibi mi?
Meydanlarda bağırsam, polis kızar.
Sokak başlarında sazımı çalsam, zabıta kovalar.
Nasıl anlatmalı doğanın efendisi değil bir parçası olunması gerekliliğini? Yaşamın kaynağının kredi kartının alabildikleri değil de gözünüzle göremediğiniz mütevazı planktoncuklar olduğunu?
Lüferi korurken horozbinayı görmezden gelebilecek denli kibirden kör olmuş insanoğlunun ille de depremlere ya da sellere mi ihtiyacı var geldiği yeri hatırlaması için?
Doğaya karşı, doğaya hükmeden değil, tıpkı alçak gönüllü bir martı ya da bıçkın bir pavurya gibi doğanın bir parçası olması gerektiğini…
Topal hukuk
Alın size evlere şenlik bir örnek daha. Malum, memlekette patlıcanın bakanı ile levreğin bakanı aynı. Ne fark var ki toprakta yetişenle denizde yetişen arasında. Bir Bakan hepsine bakar.
Bakar da nasıl bakar?
Geçtiğimiz günlerde yazmıştım uzun uzun Bern Sözleşmesi ve Yunus Gösteri Merkezleri mevzusunu. İleri demokrasi ülkesinde yaşamanın vermiş olduğu özgüvenle sorduk Sağlık Bakanlığı’na;
Yunus terapisi nedir? Ne işe yarar? Geçerliliği var mıdır? Kim karar verir?
Dedi ki Sağlık Bakanlığı özetle; “Aman ha! Yok öyle bir şey.” Gözlerimize inanamadık, tekrar tekrar okuduk. Hatta inanmıyorsanız, buyurun bakanlığın yanıtı aynen aşağıda:
“Bimer başvurunuz incelenmiştir.
“Yunusla Terapi” tedavisiyle ilgili olarak Bakanlığımızca Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesine bilimsel görüş sorulmuştur.
Anılan Hastaneden alınan cevabi yazıda özetle; “bu tedavinin bilimselliğinin kanıtlanmadığı ve FDA tarafından talep edilen emniyet ve işlerliğine dair kesin kanıtlar bulunmayan bir yöntem olduğu, bu tür sözde tedavilerin FDA tarafından onaylanan farkının faydalarının bilimsel olarak onaylanmaması olduğu, ayrıca bu tür tedavilerin “Bilinmeyen risk” içerdiği, bilinmeyen riskin tedavinin faydaları yanında yan etkilerinin belirlenmemiş olması şeklinde açıklanabileceği, başvurunuzda geçen linklerde de zikredilen olumsuz etkileri pekiştiren görüşler içerdiği,
SONUÇ OLARAK, adı geçen tedavi yöntemine izin verilmemesinin uygun olacağı bildirilmiştir.
Konunun; Bakanlığımız görev alanı içerisinde bahse konu görüş çerçevesinde değerlendirileceği hususunu bilgilerinize sunar,
Sağlık ve esenlikler dileriz.”[2][3]
Şimdi tabloya bir bakalım.
Bern Sözleşmesi yunusları gösteri amaçlı bulunduramazsınız diyor.
Yunus gösteri merkezleri biz yunusla terapi yapıyoruz, “vallahi gösteri-mösteri yapmıyoruz, bu yunus denen deyyuslar şaklaban, insanoğlunu görünce soytarmaya başlıyorlar” diyor.
Sağlık Bakanlığı “yunus terapisi”ni sorduk, “yok öyle bir şey, izin verilemez” diyor.
Bern sözleşmesinin uygulayıcısı Tarım ve Köy İşleri Bakanlığı “bize ne kardeşim, ruhsatını biz mi veriyoruz, bizi yunusların nereden geldiği ilgilendiriyor, gerisini bir bilene sorun” diyor.
Belediyelere sorarsanız, işyeri açma ruhsatı var adamın, biz gerisini bilmeyiz diyor.
Buyurun, çıkın içinden çıkabilirseniz.
Hatta gelin bir de T. C. Anayasası açısından bakalım mevcut duruma. Anayasanın 90. Maddesi aşağıdaki gibi:
“Usulüne göre yürürlüğe konulmuş milletlerarası andlaşmalar kanun hükmündedir. Bunlar hakkında Anayasaya aykırılık iddiası ile Anayasa Mahkemesine başvurulamaz. (Ek: 7.5.2004-5170/7 md.) Usulüne göre yürürlüğe konulmuş temel hak ve özgürlüklere ilişkin milletlerarası andlaşmalarla kanunların aynı konuda farklı hükümler içermesi nedeniyle çıkabilecek uyuşmazlıklarda milletlerarası andlaşma hükümleri esas alınır.”
Şimdi, Bern Sözleşmesi ya da tam adıyla AVRUPA’NIN YABAN HAYATI VE YAŞAMA ORTAMLARINI KORUMA SÖZLEŞMESİ, adından ve imzalandığı yerden da anlaşılacağı üzere bir uluslararası anlaşma olsa gerek. Hatta ironik bir şekilde T.C. Çevre ve Orman Bakanlığı Özel Çevre Koruma Kurumu Başkanlığı internet sitesinde aynen şu ifade yer alıyor:
“T.C. Anayasası’nın antlaşmalarla ilgili 90. maddesinde “Usulüne göre yürürlüğe konulmuş milletlerarası antlaşmalar kanun hükmündedir” denmektedir. Dolayısıyla taraf olduğumuz antlaşma ve protokollerin Türk iç hukuk düzeninde sahip oldukları hukuki güç, en az Çevre Kanunu değerinde olup, bu sözleşmeler ulusal mevzuatımızın bir parçasıdır.”[4]
Bu kadar mı? Hayır. Bir de 5199 sayılı Hayvanları Koruma Kanunu var.
Ehl-i vukufa akıl vermek gibi olmasın ama;
Eğer kendi iradeleri ile istemediler ise vatozların iğnelerinin koparılması ya da nazikçe tıraşlanması 5299 sayılı kanunun 8. maddesine aykırı olsa gerek…
IUCN’e[5] göre “doğada soyu tükenme tehlikesi yüksek” (VU – vulnerable) olarak uluslararası tanımlaması yapılan, kırmızı listede yer alan ve akvaryumda istihdam edilen “Mustelus mustelus” köpekbalıklarının doğal yaşam ortamlarından koparılarak, yine doğal yaşam ortamlarına uygun olmayan şartlarda barındırılması, ticari amaçlarla kullanılması, teşhir edilmesi ve insanlarla aynı ortamda, hijyenik olmayan şartlarda yüzdürülmesi aynı kanunun 4. maddesine pek bir şiddetle muhalefet eder gibi görünmekte.
Denizde, doğal yaşam ortamında karanlıkta, kayalara gizlenerek yaşamını sürdüren mürenlerin güneşin ve günışığının altında teşhir edilmesi; yine doğal yaşam ortamında kumların altında saklanarak yaşamını sürdüren vatozların kum olmayan çıplak bir havuzda diğer köpekbalıklarıyla birlikte yüzdürülmesi de aynı kanunun aynı maddesine göre suç[6] değilse de kabahat unsuru oluşturuyor gibi…
Topal hukuk. Çünkü suç var, ceza yok. Kanun var, mevzuat yok. Ceza var, uygulamacı yok. Yaşasın ileri demokrasi.
“Laissez faire, laissez passer, le monde va de lui meme.”[7] derken bu kadarını Adam Smith bile hayal edememiştir eminim…
Mesela, merak ediyorum, bir yunus gösteri merkezi nasıl açılır? Daha doğrusu hangi ruhsatla açılır? Merak ettik ya, sorduk Tarım ve Köy İşleri Bakanlığı’na, dedik nasıl açılır yunus gösteri merkezi? Nasıl denetlenir? Nasıl belgelendirilir?
Yaşasın BİMER! Bilgi Edinme Yasası sayesinde aydınlanmanın sonu yok. Ama alacağınız yanıtlara karşı da hazırlıklı olmanızda fayda var. Başvuruya Tarım ve Köy İşleri Bakanlığı Koruma ve Kontrol Genel Müdürlüğü’nden gelen yanıt şöyle:
“Bakanlığımızın yunus gösteri ve terapi merkezlerinin açılma, çalışma, işletme, ruhsatlandırma vb işlemlerle ilgili herhangi bir yetki ve sorumluluğu bulunmamaktadır. Bu amaçla, ülkemizde bulunan yunus havuzlarına bu kapsamda herhangi bir izin verilmemiştir.”[8]
Demiştim, yine diyorum, buyurun, çıkın çıkabilirseniz bu işin içinden…
Son Söz
Milli eğitim müfredatından esirgenmiş, günlük yaşamdan soyutlanmış, varlığının rakı, balık ve manzaranın rantından öte anlamı kalmamış denizi anlatan tüm deniz ozanlarına selam olsun! Onlar da olmasalar nereden anlayabiliriz ki aslında bir deniz ülkesinde yaşar gideriz…
[1] T.C. Edremit Kaymakamlığı Yaz İşleri Müdürlüğü, 7 Ocak 2011 tarih ve B054VLK4104401-498.01.03/115 numara ile kayıtlı İşleme Konulmama yazısından birebir alıntıdır.
[2] 11 Eylül 2010 tarihinde yapılan başvuruya 22 Aralık 2010 tarihinde verilen yanıt: “Yunus terapileri ile ilgili Ağustos, Eylül ve Ekim aylarında yapılan Bimer başvurularına T.C. Sağlık Bakanlığı, Bulaşıcı Olmayan Hastalıklar ve Kronik Durumlar Dairesi Başkanlığı’ndan bugün alınan aşağıdaki nihai cevapla yunus terapisiyle yapılan sözde tedavilere Bakanlık tarafından artık izin verilmeyeceği bildirilmiştir, konuyla ilgili yazışmalar bilgi için aşağıda dikkatinize sunulmaktadır.”
[3] Aynı tarihi taşıyan, yukarıdaki yanıta zemin oluşturan, Hacettepe Üniversitesi’nin konuyla ilgili görüşü.
[4] Bakınız: http://www.ockkb.gov.tr/TR/Icerik.ASP?ID=118
[5] International Union for Conservation of Nature
[6] Söz konusu ileri demokrasi ülkesinde bu fiiller suç değil kabahat olarak tanımlanmakta.
[7] Adam Smith’ten çok önce Fransa Kralı 14. Louis’nin ekonomi danışmanı Jean Baptiste Colbert tarafından zamanın Fransa’sının iktisat politikalarını tanımlamak için söylenmiştir.
[8] İlgili bakanlığın B.12.0.KKG.0.17.01-330-08-60 sayı ve 11.01.2011 tarihli yanıt yazısı.
[9] Cevat Şakir Kabaağaçlı